×

Kurumsal

Künye Kullanım Sözleşmesi Gizlilik Politikası Özel Üyelik

Haber Kategorileri

Gündem Ekonomi Sağlık Spor Türk Dünyası Kültür Sanat

Medya

Foto Galeri Web TV Canlı TV

Makaleler

Yazarlar Makaleler

Servisler

Seri İlanlar Firma Rehberi Biyografiler Nöbetçi Eczaneler Namaz Vakitleri E-gazete Faydalı linkler Puan Durumu Fikstür Anketler

Destek

Üye Ol Giriş İletişim

Yusuf gibi “DÜŞÜNCE”

Bir önceki yazımda sona yaklaşırken “zamanında kendinden başka kimseyle derdi olmayan kendimin şimdilerde nasıl da tüm insanlığı karşısına alışını hayretle izliyorum…” diye bir itirafta bulunmuştum. Şimdi tam bu cümleye kocaman b’ parantez açıp devam ediyorum; 

Herkesin aralıklarla kendi heybesine Aralık’a belli başlı tecrübeler kazıyıp yeni yıla türlü isteklerle kucak açmalarına şahit olurken, bugüne kadar farkında olmadan bize dayatılmışlıkları gözden geçiriyorum bir an. Yüreğimde kasvet…

Noeller, o kırılası yılbaşı putları, rengarenk dilekler, çeşit çeşit beklentiler, şaşaalı kutlamalara meze edilen garipçe totemler… Yargılarken buluyorum kendimi büyük bir sabırla. Tüm bu atem tutem havalarına kendimizi nasıl kaptırdığımız iniyor perde perde gözümün önüne önce… Sonra koca bir yılı büyük bir coşkuyla kapatmış olmanın zafer sarhoşluğunu yaşarken görüyorum kendimizi. Üstelik her geçen yıl daha da tökezlediğimizin farkında olmadan.
Sayılar hızla ilerlerken adımlarımızın da aynı hızla geriye gittiğinden belki de habersizce.
Yiten değerlerimizin, yok olmaya ramak kalan inançlarımızın muhasebesini yapamadan üstelik.

Şimdi daha iyi anlıyorum ki hayat hep ; BİR İLERİ, İKİ GERİ..

Bilirsiniz belki, ilişki uzmanlarının dilinde perde perde yayılan, bizlerin ise; hani belki, bir umut, olur ya daha sağlam yol alırız, deyip bir çoğumuzun dikkat kesildiği o nokta. Ne imiş efendim; bir ileri iki geri…. ( İşte, şöhreti ayak izinden belli… ) 

Bırakın kişiliği, ayarı, tavrı milyarlarca insanın parmak izi bile ayrı ayrı ise nasıl olur da bir cümle herkeste aynı etkiyi gösterir halâ anlamış değilim… Algılarımı sorguluyorum. Derken, sanırım uzunca bir süre zihnimi kurcalayacak bir soru düşüyor aklıma. Sahi insan anlamadığı için mi inanmaz yoksa inanmadığı için mi anlamaz? 

Şimdi giden yılmış gelen günmüş şöyle bir yana dursun, kişi aklını, fikrini, düş’ün’celerini bir kenara sıyırıp kalbiyle bakmalı. Çünkü zaten sırf akıl, saf akıl düpedüz yanılgıdan başkası değildir. Çünkü zaten bilirsiniz kalbin de bir aklı vardı, öyle değil mi? 

Pekâlâ öyle…
Sadece zihnini yol haritası edinen gittiği o yolda tökezlemeye mahkumdur. Neden? diye sual edecek olursanız, hani zaman sonra o hep; bir şey eksik yahu ama ne? dediğimiz o noktada akıl kendini ele verir çünkü. Ve h’er kişi kendi cevabını bu denklem üzerinden şekillendirebilir dolayısıyla.

Peki ya kalp?? Her olaya her olguya kalben, onun diliyle yaklaşmak idraki, manayı, inancı doğru kılar mı? dediğinizi duyar gibiyim. 
Kanaatimce evet. Çünkü kalben görebiliriz, evet kalbimizle düşünebiliriz. Yargılarımızı, korkularımızı fütursuzca bir darağacında bırakabiliriz!! 

“Sadece kafalarıyla düşünenler, hep eksik kalacaklar” deyimimin derinliğinden nasiplenip  uzaklarda çok uzaklarda rahatlıkla yol alabilmek adına.

Demek istediğim kalbin akıl penceresini aralayıp orada uzlaşabilmek. Tam olarak oradan yola çıkmak. Ve varamasan dahi o yolda revan olmak. Özünüzü açıp algıları doğru bir sistem üzerinden inançla bağdaştırılabilmek… Sonrası mı? Sonrası, düştüğünüz o kuyudan… 

Yine kalbime düştü…
Düşürdüm kalemi elden kelâmı dilden…

Uzunca soluklanıp devam ediyorum yine. Dayanıyorum ipe sapa gelmez gönlümden tutan kalemin mürekkebine. 

Kuyudan bahsederken evvelce; Hepimiz ruhun kuyusuna düşmüş Yusuf’larız, demiştim. Daha az hasarla insan nasıl çıkar o kuyudan ki telaşımı gideremediğimi anımsadım. Düş yokluğundan mıdır yoksa düşünce çokluğundan mıdır o an bilemedim ama artık sualimi, yüreğimin boşluğunda iki kelimeyle doldurmanın vakti geldi.

-Sonrası mı?
-Sonrası, akıl eden bir kalp. 
Nasıl düştüysen o kuyuya öyle çık diyenlere inat “akleden” bir kalple evet. 

Yusuf gibi;
Şikayet etmeden, kendi acziyetinin ve Rahman olanın hikmetinin bilinci ile imtihan şuurunu bozmadan yeryüzüne çıkabilmek.

Yusuf gibi;
Nefisini yenerek sığınabilmek Rahman’a.

Yusuf gibi;
Seni geri çeken, seni  mana aleminden iten, gerçeğe perde çeken putları birer birer yıkarak. 

Yusuf gibi; 
Daha sağlam, daha korkusuzca uzanabilmek ve dahi uyanabilmek edebin, inancın, sevginin ve güzelliğin bütünleştiği yeni bir hayata.

“Ey Rabbim bana istememeyi istemeyi nasip et!!”diyen Yusuf’un duasıyla,

“Ey  Yusuf ben seni ararken RABB’imi buldum. Yemin olsun ki bu vakit sen olmasanda olur.” diyen Züleyha’nın aşkıyla, sağlıcakla kalın.

Merve Aydın

YORUM YAPIN

haber yazılımı | Copyright © 2024