Amr bin Haris’in bir tespitini okuduğum zaman, tamam dedim kendi kendime. Yuf Borusunun bu yazısını buldum. Dönemin en önemli isimlerinden. Kendisi şiir, edebiyat, tarih, idarecilik, hesap, astronomi, sosyoloji gibi bir çok sahada literatür sayılacak nitelikte bilgiye sahip bir kişilik. Özellikle kendisine devlet adamları tarafından teklif edilen yakınlıkları reddedip “Size yakın olup cahil kalmaktansa, uzakta kalıp uzun yaşamayı tercih ederim” diyecek kadar da gözü pek bir isimdir.
Bir şehre gittiği zaman ve onun geleceğini haber alan halk onu yollarda karşılar, çeşitli sıkıntılarını sorarak yardım isterler ve tavsiyelerine harfiyyen uyarlardı. Kimi zaman devlet adamları onu konaklarına ya da saraylarına davet eder, ondan nasihat isterlerdi. Bir keresinde çok zengin birisi sordu kendisine,
“Bana öyle bir şey söyle ki seni altına boğayım, bundan sonraki hayatını zenginlik içinde geçir.”
Amr bin Haris tebessüm etti ve “Suyla boğulmayı tercih ederim, şayet biraz susar ve bunca sessizliğin içinde dünyalıkla ilgili gürültü yapmayı sonlandırırsanız size sadece ölümden daha güzel bir ibretin olmadığını hatırlatabilirim. Aksi halde siz sadece duymak istediğiniz şeyleri söylememi isteyeceksiniz. Bende de sizin duymak istediklerinizi söyleyecek dil yok.”
Der. Bunun üzerine devrin idarecisi ısrar edince Amr bin Haris şöyle der.
“Efendim eskiden halkın isteklerini yapar ve bunu büyük bir tevazu ile dillendirmez, söylemezdiniz. Bir müddet sonra yine halkın isteklerini yapıyorsunuz ama bunu duyuyorsunuz, dillendiriyorsunuz, hatta münadiler çıkarıp biz şöyle bir hizmeti yaptık, gördünüz mü? Diye ilan etmeye başladınız. Şimdi ise halkın istediklerini yapmayı vaatediyorsunuz, yapmıyorsunuz ama yapmış gibi gösteriyor, sanki halkın sıkıntısını gidermenin verdiği güvenle daha sağlam bir şekilde tahtınızda oturacağınızı zannediyorsunuz. Bunun zulüm olduğunu da bilmiyorsunuz. Unutmayın Allah zalimleri asla sevmez ve mutlaka mazlumun ahını zalimden çıkarır. Kul hakkına girilebilecek en keskin yer, oturduğunuz tahttır. Siz, idareniz altında bulunan insanlardan sorumlusunuz. Şayet şehrinizde, ülkenizde yaşayan kişi Müslüman değilse bile onun da hakkını korumakla mükellefsiniz. Yani kadın, çocuk, genç, ihtiyar, zengin, fakir, müslim gayri müslim kim olursa olsun idareniz altında ise vebali de sizin üzerinizdedir. O yüzden siz çok keskin bir kılıç üzerinde yürüyorsunuz. Her an o kılıç sizi kesebilir, ikiye bölebilir hatta.”
Amr bin Haris ne kadar haklı söylemiş değil mi sevgili okurlar.
Ve günümüze ne kadar uyuyor bu tarif. Her gün televizyonlarda çeşitli partilere mensup olan sözcüler erken seçim yapalım diye ilan ediyor, basın toplantıları yapıyorlar. Diyelim ki erken seçime gidildi ve başladılar meydanlarda nutuklar çekmeye, seçim mitingleri yapmaya. Söylenecek şeyleri benim gibi az çok sizlerde tahmin edebiliyorsunuz.
Çünkü yıllardır bu ülkede yapılan siyaset “söyle, ihmal et, unuttur, yapma” genel stratejisi üzerine kurulu değil mi?
Gerçi son yirmi ya da yirmi beş yılda Hükümet’in yaptıklarını da göz ardı edemeyiz. Geldiğimiz nokta ortada. Ama ana muhalefet partisinden bir milletvekilinin “onlar en iyiyi yapsa bile bizim işimiz onları kötülemek, bu böyle “ tarzında bir açıklama yapmıştı. Bundan da imtina etmemişti. Gerçekten çok sıkıntılı bir söylem bu.
Ülke ve bu ülkede yaşayan insanların menfaatlerini düşünerek yapılan tüm yatırımları, ki kim yaparsa yapsın görmezden gelmek kadar büyük bir aymazlık olamaz sanırım.
Çoğunlukla meydan mitinglerinde vaatlerde bulunulur. Dinleyenler de çoğunlukla “Yahu bunu seçelim de biraz rahat edelim, bak neler söylüyor, neler vaat ediyor” diyerek oylarını tercih ettikleri ve vaatlerini dinledikleri o kişiden ve mensup olduğu partiden yana kullanırlar.
Birde bakılır ki her şey sözde kalmış. Verilen sözlerin hepsi havada. Hiçbir icraat olmadığı gibi sırf muhalefet edebilmek ve kendilerinden önceyi kötü gösterebilmek için başlanan ve yarım kalan yatırımlar akamete uğratılıyor, iptal ediliyor ya da aleyhlerinde algı yönetimi yapılarak kara propaganda ile kötüleniyor.
Şayet dürüst bir siyasetçi iseniz, şayet memleketinize, bu ülkede yaşayan halka yararlı bir şeyler yapmak fırsatı elinize geçmişse ve bunu da sırf millete faydalı olabilmek için yapıyorsanız zaten bağırıp çağırmaya gerek yok.
Büyük ve gerçekten ülkesine, milletine faydalı olabilmek için çalışan liderlerin ortak özelliklerinden biri de yaptıklarının hiçbir zaman kendileri için yeterli olmadığına inanmalarıdır. İnsanlara faydalı olmak, hayatta olduğu ve fırsat elinde bulunduğu sürece faydalı bir şeyler yapmak isteyen büyük liderler, yaptıklarını asla yeterli bulmazlar ve her daim yeni şeyler yapmak, halka faydalı olabilmek için çaba sarf ederler. Çünkü yaptıklarını yeterli buldukları ve tamam dedikleri an atalate sürükleneceklerini ve tembelleşeceklerini bilirler.
Tarih bunun bir çok örneğiyle doludur. Büyük zafer kazanan krallar, sultanlar, hükümdarlar, kazandıkları bu zaferlerin göz kamaştırıcı şaşasıyla “ben büyük bir zafer kazandım.”, “Ben kahramanım”, “Bu zafer benim en büyük zaferimdir” demeye başladıklarında, kendilerine olan inancın verdiği kibir ve rahatlıktan dolayı yeni stratejiler, yeni hamleler, yeni ataklar gerçekleştirememişler ve kibirleri içinde boğulmuşlardır.
Evet yeni yapılan işleri büyük bir şaşa ve reklam ile halka duyuran, hatta var olan, mesela yolun taşlarını değiştirdiğinde büyük açılışlarla ben yaptım diyerek meydana çıkan liderler, büyük alkışlar, tebrikler ve övgü dolu sesler duymayı isterler.
Gösterilen bu gereksiz ilgi, yersiz alkış ve övgü dolu çığlıkların seslerinden halkın dertlerini, gerçek problemleri ve yapmak zorunda olduklarını da duyamazlar maalesef.
Günümüze örnekmi istiyorsunuz. Çok basit denizlerimizdeki müsilaj meselesi ve “Atık Su Arıtma Tesisi Temel Atmama Töreni” buna en güzel örnekler. Daha ne diyeyim.
YUF BORUSUNDAKİ SON DELİK
DİPTE KALAN NOT:
Aslında gündemin en önemli konusu ABD başkanı Biden ve Sayın Cumhurbaşkanımız arasındaki görüşme idi. Bu konuyla ilgili yazılması gerekirdi. Kısaca şunu söylemek istiyorum. 5000 yıllık Türk Devlet aklını çok iyi kullanan Sayın Cumhurbaşkanımız, kendisinden önceki silik, ezik, çaresiz portreler çizen başbakanlarımız ya da devlet yetkililerimizin oluşturduğu tüm imajları ve algıları yıkarak, kendine, devletine ve milletine güvenen bir duruş sergilediği için birilerinin nasırlarına basılmış oldu. İç ve dış basında, Anadolu ifadesi ile “gavur parası ile beş para etmez” kişiliksiz, yetersiz ve gereksiz kalemler yine onursuzluklarını sergilediler. Onların bu rahatsızlığı da gösteriyor ki Sayın Cumhurbaşkanımız yapması gereken doğru hamleyi yaptı ve taşları bir kere daha yerine oturttu. Vesselam.