×

Kurumsal

Künye Kullanım Sözleşmesi Gizlilik Politikası Özel Üyelik

Haber Kategorileri

Gündem Ekonomi Sağlık Spor Türk Dünyası Kültür Sanat

Medya

Foto Galeri Web TV Canlı TV

Makaleler

Yazarlar Makaleler

Servisler

Seri İlanlar Firma Rehberi Biyografiler Nöbetçi Eczaneler Namaz Vakitleri E-gazete Faydalı linkler Puan Durumu Fikstür Anketler

Destek

Üye Ol Giriş İletişim

TAŞRA

Köprüde fırtınaya yakalanan motorlu kuryelerin iki yanına gelerek onları rüzgârın yıkıcı etkisinden korumaya alan otobüslerin görüntüsü hepimizi mutlu etti. Medeniyet hafızamızda, şartların farklı formlarında zaten “norm”al olan bu iyilik hareketleri, günümüzde bizi şiir yazdıracak kadar duygulandırıyor. Eksik olmasın. Daim olsun. Artarak gelsin inşallah.

Bizler de yaşadığımız bazı durumlar karşısında kendimizi köprüde fırtınaya yakalanmış motorlu kurye gibi hissedebiliriz, değil mi? İki yanımıza otobüs gelip rüzgârı keser mi, nasip. Denge meselesinden bahisle bir mevzuu da teşkil elbet! Rüzgâr, köprünün eğimi, bizim hızımız, yanımıza gelen bariyerlerin hızı, mukavemet değerleri gibi konularda ukalalıkla inşaat mühendisi ve mimar arkadaşlarıma hadsizlik etmek istemem. Fakat sosyolojik tarafında ve özellikle kent yaşamındaki diferansiyel noktaları kaydında ciddi mühendislik yapıldığı da konuya ilgisi olan herkesin malumu. Taşra’da bu işler daha vahim. Lûgat itibariyle “başkent dışında kalan yerler” olarak tanımlansa da Ankara yahut İstanbul’da da taşra var elbet. Lakin taşrada taşra öyle afili, öyle şiddetli oluyor ki! Işıltısı kör ediyor. Kör edince ufku görmek mümkün mü? Mümkün değil mi? Neden? Dengeler mi? Hadi canım…

Tabii burada çok büyük ve önemli bir parantez açmalı. Anadolu irfanı ile taşra edebiyatını birbirinden ayrı görmek gerekiyor.  Aynı mekân içerisinde, hatta aynı masada her ikisine de örnek vermek mümkün değil midir? Peki yüzü İstanbul’a dönük, sırtı Ankara’ya dayalı şehirler var mıdır? Yok mudur? Marmaray ile Boğaz’ın altından Avrupa yakasına geçen birisi, Marmaray’da diye Osmangazi – SSK tramvayı ile Göztepe durağından Vişnelik durağına giden birisinden daha taşralı olamaz mı? Derdimizin bu olmadığını biliyoruz. Kim bilmiyor? Malikanelerde, müstakil köşklerde yaşayıp lüks arabalara binen sosyete taşralılar bilmiyor. Dengelerini CV’ler ve PR diye kısaltıp “PR” yaptıkları halkla ilişkiler (Angluscası: Public Relations) çalışmalarından inşa edenler hani… Kültür katliamı!

Öyle de… Dün rast geldim, Muhlis Akarsu ne güzel söylemiş:

“Ne deyim ki dünya senin halına

Gayrı bakılacak yüzün kalmamış

Bölüşmüşler servetini malını

Bir yara saracak bezin kalmamış”

Bak bu Anadolu irfanı işte güzel kardeşim. Bu, senin taşralı ağzına ağdalar dolayıp tatava yaptığın ekonomi güzellemelerini makro boyutta anlatıveren, Anadolu irfanı.

Hani şu gizli ajandalarla “büyüktaşra mülki sınırları” içerisinde dengeler gözetip riya sofralarında ettiğiniz “istişare”ler var ya… Ah bir bozacı gelse de bağırsa: “boozzaaa”. Ve biz içerideki sobanın üzerinde kestane pişirsek.

Ve dahi birimiz Hüseyin Atlansoy’dan şiir okusa:

“bitiriyorum
işte boynumuz vurun efendiler, yaşıyoruz
ölü toprağı dökülüyor üstümüzden
bir kumarbaz şansı ile çay içmeye geliyoruz”  -“balkon çıkmazında efendilik tarihi” şiiri-

Arslan Karadayı

YORUM YAPIN

haber yazılımı | Copyright © 2024