×

Kurumsal

Künye Kullanım Sözleşmesi Gizlilik Politikası Özel Üyelik

Haber Kategorileri

Gündem Ekonomi Sağlık Spor Türk Dünyası Kültür Sanat

Medya

Foto Galeri Web TV Canlı TV

Makaleler

Yazarlar Makaleler

Servisler

Seri İlanlar Firma Rehberi Biyografiler Nöbetçi Eczaneler Namaz Vakitleri E-gazete Faydalı linkler Puan Durumu Fikstür Anketler

Destek

Üye Ol Giriş İletişim

Gül Gülasem ATEŞ

Prenses Lolan..

                               

                                 PRENSES LOLAN...

Hiçliğin çöllerinde tuzlu kum zerreciklerinin komutasında yol alırken, aynanın içinden geriye bakmakla, aynanın karşısında durmanın izdüşümüyle kuşatılmış bedenleri, binlerce yıl öncesinde yaşanmış hayatları, sürgülenmiş demir kapıların açıldığı, gözlerine mil çekilmiş ışıksız kalmış pencerelerin aralandığı, duvarlarında gölgelerin uçuştuğu, devlerin cücelerle savaştığı, zemheri yemiş tarihin tuza bulanmış tozlu sayfalarında ünleme dönüşmüş noktaların, aynadan ahir zamana akseden görüntüleriyle buluşmaya ne dersiniz ?

Durağımız Doğu Türkistan, tarihe  iz bırakmış kadim topraklar. 
 M.Ö. 8-3 yıllarında İskitlere, M.Ö. 300-M.S. 93 arasında Hunlara, 522-744 arasında Göktürk İmparatorluğu’na, 744-840 yılları arasında Uygur Devleti’ne, 751-870 yılları arasında Karluk ve Karahanlılar İmparatorluğu’na ve 1509-1679 yılları arasında da Saidiye Hanlığı’na ev sahipliği yapmıştır. 1863 yılında Yakup Han başkanlığında kurulan “Doğu Türkistan İslam Devleti”, Osmanlı, İngiltere ve Rusya tarafından resmen tanınmıştı. Ancak şu an Doğu Türkistan, uluslararası kamuoyunda tanınmamakta ve Çin’in boyunduruğu altında yaşamaktadır. 1876 yılında Çin-Mançu Devleti’nce işgal edilen Doğu Türkistan, 1884’te Şinciang (Sincan)yani “Yeni Toprak / Kazanılmış Topraklar” adıyla Çin İmparatorluğu’na bağlanmıştır. Doğu Türkistan halkının mücadelesi sonucu, Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti 1933 yılında Kaşgar’da kurulmuştur. Ancak çok geçmeden komünist Çin kuvvetleri ve Stalin’in ortak hamlesi ile ortadan kaldırılmıştır. 1949 yılında komünist Rus yönetiminin askeri yardımları ile Doğu Türkistan’ın kaderi Çin yönetimine terk edilmiştir. Kanayan yaramız Doğu Türkistan yaklaşık iki yüz yıldır bilfiil işgal altındadır.

1949'da Çin tarafından ilhak edilen bölgede zulüm ve hak ihlalleri  faşizan bir şekilde devam ederken, Doğu Türkistanlı soydaşlarımız hala vatandaş olarak kabul edilmiyor. Bölgede yaşayan Müslümanların ibadet etmesi, başörtü takması ve sakal bırakması yasak. Bu acıların en kısa zamanda son bulması için elimizden gelenden fazlasını yapmak gerektiğine inananlardanım. 

 

  Bu günkü hikayemiz simsiyah kurak gecelerin kucağında gizemle yoğrulmuş “Tanrı Dağları “ile “Karanlık Dağları” arasındaki Tarım Havzasında geçiyor. Burası Taklamakan Çölü. TAKLAMAKAN “Terk-i Mekan “ yani terk edilmiş belde  anlamına gelmektedir. Havada çığlık çığlığa uçan kartalların feryatlarını duyacağınız Tibet’in kuzeyinde yaşamanın hiçte kolay olmadığı devasa bir çöl burası.  Keşfin yapıldığı alan, eski bir mezarlık. Ördek Nekropolü olarak da bilinen, Xiaohe Mezarlığında (Küçük Nehir Mezarlığı ) Batı Çin'deki Sincan'da Lop Nur yakınlarında bulunan bir Tunç Çağı bölgesi. Arkeolojik araştırmalar yapılmadan önce mezar soyguncuları tarafından yağmalanan alanda birbirinden çok farklı yüzlerce mumya bulunmuş.  Lolan Güzeli mumyası bulunan bu mumyalar arasında en çok dikkat çekeni. Tuzlu kumun altından çıkartılan görenlerin gözlerini kamaştıran, 3800 yaşındaki Türk Lolan Güzeli'ni diğer mumyalardan ayıran özelliği  iç organların alınmadan mumyalanması. Bu yöntem bilindik Antik Mısır geleneklerine çok uzak bir mumyalama biçimi.

                   
Prenses Lolan adı verilen bu olağanüstü gizemli mumyada deformasyon neredeyse yok denecek kadar az. Yüzünün her noktası kalemle çizilmiş gibi düzgün ve kusursuz. Bu zerafet abidesi uyuyan Türk güzelinin kirpikleri, dudakları ve saçları o kadar canlı ve pürüzsüz ki, onu seyredenler mumya değilde sanki kısa süre önce uykuya dalmış  bir insanı seyrediyor hissine kapılmışlar. Gömülme şekli ve etrafını çeviren tuzlu kuru toprağın – kumun yapısı da bu kurganı ve tüm kurganları  her türlü dış etkenlerden  korumuş.

İnsana şaşkınlık veren gizemli kelebeklerin uçuştuğu  binlerce yıl öncesiyle bu günü sentezleyen gerçeküstünün sınırlarında tarihsel yolculuğun yorgunluğunu yaşayan mumyalar konusundan komünist Pekin hükümeti fazla bahsedilmesini istemiyor. Bunun en büyük sebebi ise kadim millet Uygur Türklerinin mumyaları sahiplenmesi.

Prenses Lolan’ın mumyası bulunduğunda yanında; “deri kase, ot ile örülmüş sepet, kolye, bilezik, tarak, kuş tüyü, çeşitli otlar, ip etekli keçe giysisi yanında yün pelerin varmış. Başlığını oluşturan külah şeklinde keçenin etrafına dolanmış olan urgana tutturulmuş büyük bir ot dalı yer alırken üstünde sarılı olan kıyafeti ve başındaki örtü de hâlâ sapa sağlam durmakta. 
Çin devletinin faşizan  baskıları ve tüm engellemesine rağmen yapılan DNA testi sonuçlarına göre Lolan Güzeli'nin %100 Türk kökenli yani Türklerin atalarından olduğu kabul edilirken, Prof. Victor Mair ve Kaliforniya’daki Occidental College’den Tekstil uzmanı Prof. Elizabeth Wayland Barber, “Çin bu mumyaları Batı’nın incelemesinden kaçırıyor ve saklıyor “ Demiştir. 
Mumya, ABD’de ilk olarak Mart 2010’da California’daki Bowers Müzesi’nde sergilendi. Mart 2011’de ise Pennsylvania’da “İpek Yolu’nun Sırları” adlı sergide yer alacakken Çin hükümeti müdahale ederek mumyanın sergiden çekilmesini sağlar. Serginin başında bulunan Çin dili ve edebiyatı uzmanı Victor Mair,  mumyanın sergiden çekilmesi konusunda yorum yapmayı reddederek büyük bir hayal kırıklığına neden olur. 

                
Taklamakan Çölü Tarım havzasından günümüze ulaşan, dünden bu güne yolculuk yapan akvaryum içindeki donmuş balıklar gibi öylece uzanmış yatmakta olan mumyalar, Mısır dönemindeki Mumyalardan daha iyi korunmuşlar. Bilindiği üzere Mumyalamak bedenin çürümesini önlemek için yapılan çok  zahmetli bir işlem. Zamanın ünlü hekimleri, simyacıları elde ettikleri kimyasallarla bu işlemi gerçekleştirmişler. Binlerce yıl öncesi yaşamış bir insan bedeninin çürümeyip  günümüze kadar ulaşması heyecan verici olduğu gibi ibret alınması gereken bir tablo. 

▪️Mevtanın bozulmaması için belirli formüller dahilinde, iç organlarını çıkarma, ilâçlayarak çabuk bozulmayacak hale getirme işlemi olan  Mumyalama - Tahnit’in asıl manası, ölünün kefenini buharla tütsülemektir. MUMYALAMA - Tahnit hemen hemen bütün eski dinlerde, özellikle Mısır dinlerinde uygulanmıştır. Amerika yerlileriyle Afrika ilkel kabile topluluklarında da tahnit bilinmektedir. İlkel kabilelerde mumyalanmış cesedin dini ve sihri bir kudrete sahip olduğuna inanılırmış. Katıldıkları savaşlarda başarı sağlamak için savaş meydanlarına ve avlara mumyalar götürülmüştür. Ölülerin bozulmadan saklanmasına antik Yunan kültüründe de önem verilmiştir. Nitekim Büyük İskender'in cesedi Bâbil'den Makedonya'ya bal dolu bir küp içinde taşınmıştır. Cesedin çürümesini önlemek için sirke, şarap veya çok alkollü sıvı kullanıldığı bilinmektedir. Mezar odalarında yapılan arkeolojik tespitler, tarih öncesinde Peru'da yaşayan Paraka yerlilerinin ileri bir TAHNİT -MUMYALAMA tekniği uyguladıklarını ortaya çıkarmıştır. Kanarya adalarının yerlileri olan Guanceler de Mısırlılarınkine benzer şekilde mumya yapmışlardır. Peru'da yaşayan Jibaro'lular tahnit ettikleri cesetleri ayrıca çok hafif ateşte kızartırlar böylece ölünün bozulmadan kalmasını sağlamaya çalışırlarmış.
▪️ İslamiyetten önce Orta Asya Türk topluluklarında görülen tahnit ve mumyalama tekniğinin Türklerin İslam Dinini kabul etmelerinden sonra da devam ettiği görülür. Konya’da Alaaddin tepesindeki türbelerde bulunan Selçuklu Sultanlarının, Kayseri’de Melik Gazi’nin, Kemah’ta Melik Mengücek Gazi’nin Kastamonu’da Aşıklı Sultan’ın , Harput’ta Arap Baba’nın , naaşları Çankırı Taş Mescid’in alt katındaki  mevtalar,  Niksar’da Sungur Bey ve Konya’da Sahib Ata türbelerindeki naaşlar mumyalanmış - tahnit edilmiştir. Bu tahnitli naaşlar  Anadolu Selçuklu Devleti ve beylikler döneminden günümüze ulaşmıştır. Amasya Müzesinde ise İlhanlı döneminden kalan sekiz adet mumyalanmış - tahnit edilmiş  mevta bulunur. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Türkiye’deki müzelerde bulunan bu mumyalarda uygulamanın iç organlar çıkarılmadan yapıldığı anlaşılmaktadır. 


▪️Tahnit işlemi, Osmanlı döneminde padişahın vasiyet ettiği yere defnedilmesi, savaşta ölen padişahın yurda getirilebilmesi, padişahın vefatı üzerine tahta çıkacak olan şehzadenin gelmesinin beklenmesi vb. nedenlerle uygulanmıştır. Burada yapılan işlem mumyalama -  tahnit işlemidir. ▪️Osmanlı’da tahnit işini yapan uzman hekimler vardı. Bunlar vefat eden padişahın cesedini çeşitli malzemeleri kullanarak muhafaza altına alırlar ve kokmasını önlerlerdi.
Osmanlı kuruluş döneminde mezar nakli yapılan veya vefat ettiği yerden bir başka yere taşınan hanedan üyesi ve padişah mezarları vardır. Ertuğrul Gazi’nin oğlu Savcı Bey olarak bilinen Saru Yatı’nın, Osman Gazi’nin, I.Murad Hüdâvendigâr’ın, Yıldırım Bayezid’in, Çelebi Mehmed’in ve II.Murad’ın naaşları tahnit edilip taşınmıştır.

▪️Yıkılmaz denilen surları yıkan, alınmaz denilen şehri alan, koskoca Karadeniz’i bir Türk Gölü hâline getirip, Balkanların tamamına yakınını fetheden, Ortodoks Dünyası’nı ele geçirip, Ege’den Adriyatik Denizi’ne ve İtalya’ya kadar hüküm salan Fatih Sultan Mehmet, çıktığı Gebze seferinde zehirlenerek şehit edilmiş ve mumyalanarak kendi yaptırttığı camiin bahçesine defnedilmiştir. 
Bu mumyalayıp taşıma ve gömülme işlemini ilk defa duyanlar şaşkınlıkla okumaya devam ederken, unutmadan İtalya’da vefat edip Bursa’ya cenazesi getirilen Cem Sultan’ı, Çorlu yakınlarında vefat eden Yavuz Sultan Selim’i ve Macaristan’ın Zigetvar şehrinde vefat edip cenazesi İstanbul’a getirilen Kanuni Sultan Süleyman’ın da mumyalandığını  not düşmek isterim.

▪️ “Her canlı  ölümü tadacaktır; yaptıklarınızın karşılığı size eksiksiz olarak ancak kıyamet gününde verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılır da cennete konursa artık kurtulmuştur. Dünya hayatı zaten aldatıcı şeylerden ibarettir.”

( Âl-i İmrân Suresi / 185 . Ayet )

 

Gül Gülasem ATEŞ

YORUM YAPIN