Ölüyorum..!
Kimse yok mu..?
Gece ahtapot kollarıyla kuşatırken dünyayı, içimde kızılca kıyametler kopuyordu. Sarhoş dünyanın yap-bozları içinde, kriptolu kriptosuz ne çok yalanlar söyleniyordu da, gözlerine yüreklerine MİM çekilmiş insanlar bunu anlamıyorlardı. Karbüratörün su kaynatması gibi can pazarı vardı bazı yüreklerde. Değil midir ki dünya, SİYONİST kuklacının kanlı parmaklarında sallanıp duran bir illüzyon. İnsan maskesi altında dışı harikulade süslü görünse de için fokur fokur kaynayan cehennemden bir okyanus..
Pazar / saat 4:56
Masanın üzerinden, yarıya inmiş sigara paketini alıp balkona çıktım. Zifiri karanlıkta ağaçların yaprak hışırtıları duyuluyordu. Çakmaktan çıkan alev önce etrafı aydınlattı sonra sigaramı yakıverdi. Sigaraları peş peşe, adeta yutarcasına içtim. Nikotinin verdiği sarhoşlukla, yalpalayarak, gıcırdayan balkon kapısını açıp, gardrobun yanındaki boy aynasının karşısına geçtim. Deprem oluyor gibi sallanıyor, başım dönüyor olsada, kendimi sabitledim.
Şimdi ayna da, kısacık kızıl saçlı mankenleri kıskandıracak güzellikte bir genç kız var.
Evet, aynadaki yansıma, bir genç kızdı. Heyhat ki içi erkeksi duyguların fırtınalar koparttığı, boşalmış bir beden.
Anne, ben doğduğumda. hayırlı olsun, nur topu gibi bir kızınız oldu demişlerdi değil mi.!? Binlerce kez anlatmıştın, pembe çok yakışırmış bana, nasıl unuturum o günleri, prensesler gibi büyüttünüz beni. Altına çiş yapan , saçları rengarenk, kıyafetleri alımlı bebeklerim, onlarca değişik oyuncağım vardı. Arkadaşlarla evcilik oynadığımızda büyük bir zevkle anne olurdum. Çünkü kızlar anne olurdu değil mi ?! anne.
Sonra, yani yıllar sonra lise son sınıfta bir kızla karşılaştım. Haa kız dediysem o artık cinsiyet değiştirmiş, erkek olmuş anne. Hiç kimse bilmiyormuş. Anlamamışlar cinsiyet değiştirdiğini sadece arkadaşlarına söylemiş.
Samanlık alev almış her taraf ateş altında, her taraf toz duman, yanık kokusunu duyuyor musun anne.?
O dışı kız görünümlü yaratığın, ağzından salyalar akarak bana anlattığı hikayelerin cazibesine takılı kaldım anne, tıpkı ipsiz bir uçurtma gibi sınırsız özgürlük içinde uçuyordum sen görmedin anne, görmedin işte.
O günden sonra, korku senaryolarının kuşattığı zifiri kaygıların ağırlığında "bilinmeyen(!) bir arıza oluştu, yüreğimde, sistem çökmek üzereydi .
El- ele gök kuşağının altından geçip sahte cennete ulaşmak isteyenlerin ayakları altında, eziliyorum anne..
Aslında senin yüzüne bakacak halim bile yok, verecek cevaplarımı kumarda kaybettim anne..
Pazar / saat 02:00
Kurduğum cümleler de giderek kısaldı. Bu durgunluğumu suskunluğumu sen de sevmiyorsun belli ki, kimse sevmiyor annem…
Gülmek bana çok yakışırdı bilirsin ama içimden gelmiyor bu aralar azaptayım anne . Satranç da yenildi kızın, her yanım lime lime olmuş dökülüyorum, cevaplarım hep eksik, ışığım cılız , bedenim yorgun ve şeffaf…
“İyi misin?” sorusuna dahi tahammülüm yok anne, tahammülüm yokkkk anlıyor musun. ?! Kötüyüm desem ne olacak sanki” Yerden göğe kadar haklıyım, bir şey yapamazsın - yapamazlar, çırpındıkça batıyorum.
Göz yaşı girdaplarından damarlarıma atılan neşterleri sen görme diye hep kaçıyorum anne tutsana...
Biliyorum, zaman zaman gözlerinin ve kulaklarının merhametinden yararlandığımı düşünüyorsun. Aslında zeki benim annem hemde çok zeki.. Konu komşu “ ne zeki kadınsın sen NALAN” derler ama GOBİ ÇÖLÜNDE” buharlaşıp kaybolduğumu nedense fark edemedin, benim “ zeki” annem fark edemedin.
Bu karmaşık duygulardan kurtulmak istiyorum. Gözümü kapayınca, cinsiyetsiz bir tabur asker gibi belleğimi işgal altına alan hayaller arasında yalpalıyor yok oluyorum.
Pazartesi / saat 03:00
Kapkara linyit gibi gecelerin içinde mahsur kalan yüreğimle , annemle muhabbet etmeyeli üç ay gibi uzun bir süre geçti, doğru dürüst sohbet dahi edemiyoruz artık. Annemse yaşadığım lezyonun farkında bile değil, sadece ona vakit ayırmadığımdan şikayetçi. Diyemiyorum ki “yangındayım anne kurtar beni “
Bazen arkamdan bağırıyorsun ya “ yardım ette evi temizleyelim . Burası otel mi.!? Bıktım artık bu sorumsuzluğundan. Yeter artık.” diye. Ahh bir yüzleşsem seninle anne ah bir yüzleşsem. Topal salyangoz gibi kendimden kaçıyorum, ben kaçarken ağlıyorum anne ,ağlıyorum.. Yeryüzünü parsellemiş tuzlu su kütlesinden daha fazlası var prangalar vurulmuş yüreğimde kavruluyorum.
Kulaklarımda konuşan binbaşlı ejderhaları susturmak istiyorum. Onlar konuşurken boğuluyorum anne yardım etsene. Midem bulanıyor, her an kusacak gibi tetikte bekliyorum bekliyorum ki kusmukların içine saplanmayalım diye. Sanal alemde benim gibi saplantılı, heybetli hüzünlere gark olmuş, vücudu dünyada , ruhları gurbette , bel kemikleri kırık yapraksız ağaçlar, köksüz çiçekler buldum anne, onların da anaları babaları sağır seslerini duymuyor anne biz boğuluyoruz.
Çarşamba / saat 5:00
Binbir başlı, çıngıraklı, sinsi bir yılan ülkenin kılcal damarlarına kadar girip hastalıklı düşüncelerini yayarken, herkes kör kemancı misali sadece bildiklerini çalıyor. Sıradan, basmakalıp cümleleri kuranlara inat, var olma kavgasında, dünyamı kuşatan kanalizasyon çukurlarına, zifiri fanuslara kepenklerimi indiremiyorum, birileri kepenklerimi kırmış anne. Yağmurun kokusunu da özledim biliyor musun? Bazen sağanak yağışın altında sırılsıklam ıslanıp, bütün kirlerden kurtulmak istiyorum ama alevlerin dili yakıyor kavuruyor, cehennem-i zümera da debeleniyorum anne. Hayatımda daha önce duymadığım, vaveylalar karşısında çok acizim ne yapacağımı bilmiyorum? Bazen kendinden bile taşınır ya insan, yaralarında kabuk bağlamış bellekleri vardır anne. Şimdi serseri mayın gibiyim oradan oraya savruluyorum. Paramparça olmuş bir yüreğim ben . Sırlar - sırrım, çığlığımdan uzak değil. Ama bunu görecek göz, işitecek kimse yok, benliğim kanıyor, şeyler ters gidiyor biliyorum. Saklandıkça içimde ki, uçurum büyüdükçe büyüyor, büyütüyorlar anne tut elimden düşüyorum.
Cumartesi / saat 12:45
Dün radyo kanallarını karıştırırken,bir radyo istasyonunda kala- kaldım. Radyoda Kuran’ı Kerim okunuyordu.
► Lut’u da (kavmine gönderdik.) Hani (Lut) kavmine: “Dünya üzerinde, sizden önce hiç kimsenin yapmadığı bir fuhşiyatı mı yapıyorsunuz?” demişti. (A'râf suresi / 80. Ayet)
► (Helak) emrimiz geldiğinde oranın altını üstüne getirdik ve tepelerine birbiri ardına dizilmiş, çamurdan pişirilmiş taşlar yağdırdık. (Hûd Suresi / 82. Ayet)
► (O taşlar) Rabbinin katında işaretlenmişlerdir. O (azabın bir benzeri, bu kavmin amelini yapan) zalimlerden uzak değildir. (Hûd Suresi / 83. Ayet)
Dinlerken, istemsizce ruhumda inanılmaz bir rahatlama hissettiysem de, hemen kanalı değiştirdim anne sen uyuyordun !!
Şeytan ve işbirlikçilerinin teraneleri, “ gökkuşağı tanrıçası” gibi güzelsin, diyerek vücuduma enjekte ettikleri zehir, ruhumun rahata ermesini istemiyor anne biliyor musun, ya da bilmek ister misin. Tozlar içerisinde kalmış, yarı çürümüş, kurt yenikleriyle dolu, sıradan bir fotoğraf gibi, kapkaranlık bir kuyunun içinden gökyüzüne bakar gibiyim anne. Hangisi benim yıldızım bulamıyorum. Önceleri bir Nebula gibi parlarken şimdi kara deliğim. Hem kendi yıldızımı yuttum, hem de etrafımdaki yıldızlara kara delikler açıyorum, yok olup gidiyoruz evrenin karanlık spirallerinde, çığlıklarım ,tasalarım ,aykırılıklarım duyulmuyor mu ? anne duysana..
Prangalarından kurtulmuş, kirpiklerimden fırlayan, ıslak oklar seni hiç ıslatmıyor mu ? Ben, sana beni anlamadığını fark ettirmeye çalışıyor, binbir telli bir enstrüman gibi bağırıyorum da, hala körsün anne, duymuyor görmüyorsun.
Bu dünya da yalanlarla inşa edilmiş, şeytanın bodyguardlığını yapan tiranların idaresinde, fuhuşun dibe vurduğu, sahte gökkuşağı bayraklı, gemiler ve sandallar var anne..!
İnternet canavarının kursağında ki, küçücük sanal odacıkların “ NARKOZ YEMİŞ “ insanları, gökkuşağı diye öne sürülen, zifiri karanlığın kuşattığı
renklerin albenisine kapılıp, sonu olmayan sanal dünyayı gerçek sanıyorlar - sandım anne..
Aynı denizde, dalgalara tutunduğumuz safra kusan yürekler, yanıyor kanıyor anne, hiç durmadan kanıyor. Pinokyo’ nun burnu, yalan söylediğin de uzuyor da kum şeytanlarının cirit attığı, çölden gemilerin burunları neden uzamıyor anne cevap versene.?
Salı / saat 3:35
İşte yine bulantılarım başladı, elimden tut anne, beni - bizi mizansen dalgalara bırakma - bırakmayın.
Anneler elleriyle dokunduğu her yere bahar getirirmiş, elini - elinizi bize uzatsanıza anne, ben - biz boğuluyoruz.
Ahh benim babacığım, sen dağ gibi adamsın. Ama dünyadan habersiz gezinişin ve ruhuna çizdiğin çemberin dışına çıkmayışın yakıyor - kavuruyor beni. Olağanüstü sabit bir bakışın var. Hayretle görüyorum ki sen beni duymuyorsun ANNE, babamda beni duymuyor çünkü o çemberinin dışına çıkmıyor.
Dün parkta, el ele birkaç çift gördüm, çifttiler işte. Çift ne demek anne, iki kişi yan yana gelince çift oluyorsa, çalkantılı diyarların çocukları ne olacak, bu bilmeceye cevabın var mı anne konuşsana..
Kulağımda yine o sesler bağırmaya başladı, seslerin üzerine basıp, onları var gücümle ezmek istiyorum ama başaramıyorum anne. Karanlık sanal odacıklarda, yüzlerce kafası karışık sergüzeşt beyinler ve hiç olmadık yerlerde yazışıp duran kalemşörler, havada uçuşan çığlıklar, boşluklara atılan yumruklar var. Çünkü kapalı kapıların ardında gerçekleşen marjinal sohbetler sonrasında, yalan aşkların kapıştığı pencerelerden, bozulmuş balık kokuları yükseliyor anne duymuyor musun?
Eteğimi çıkarıp erkek pantolonu giydiğim ilk gün, içinden bir ses, yalvarırcasına
“ yapma “demişti ama ben dinlemedim, belleğimde ki söz ve satırların hepsini sildim ve defteri kapattım anne.
Pazar / saat 3:00
Bazı anlarda, karanlığın ortasına uzanıp, sessizce nefesimi dinlediğimi, o sırada gövdemi zindanlara hapis ettiğimi biliyor musun.? Yüreğim yandığı için soğuk sevdiğimi, olanı biteni, düşündükçe mısır patlakları gibi beyin hücrelerimin etrafa savrulduğunu, rüyalarıma giren karabasanların bilinen korkuların tam aksine kahkaha atan saldırılarından haberin var mı anne..!?
Çarşamba / saat 16:45
Dün gece rüzgarın etkisiyle aniden açılan balkon kapısından, odayı işgal eden soğuk tüm bedenimi ve yatağımı sardığın da, ben yanan yüreğimi soğutmaya çalışırken, yatağımın elimden çıkan kıvılcımlarla yandığını, biliyor musun anne !?. Tabii ki bilmiyorsun, çünkü sen o saatler de uyuyordun , uyansana.!
Bazı zamanlarda senin beni merak edip odama geleceğini düşleyerek, kapıyı hafif açık bıraktığımı, yüreğimi, tüm benliğimi kuşatmış , karabasanlardan kurtulurum umuduyla nefesimi tutup beklediğimi de tabiki bilmiyorsun anne. Sen gelmeyince, nefesimin kesildiğini, sanılarımla kavgamı, vesveselerden oluşan bir kanalizasyon çukurunda, lağım kokuları içinde debelendiğimi ahh bir hissetsen anne. Haa bu aralar eski arkadaşlarla da artık aram limoni . Beni anlamıyorlar anne, onlarda anlamıyor..!
Cumartesi / saat 00:00
Yeni dostum sigaramla, yandaşı karbonmonoksit’in keskin öldürücü darbelerini anlatamıyorum kimselere.
Dün yine evin içi yanık ekmek kokuyordu anne. Tüm korkularımı bastıran bir kokuydu bu sevindim. Hafif yanmış mis gibi ekmek kokusu eşliğinde, yağmur bulutları gözlerime doldu, yutkundum. Sonra yine yarın oluyor, içim de kopan fırtınaları, bu istemsiz sızıları nasıl yok ederim kaygısı yaşıyorum. Düpedüz vurgun yemiş dalgıç gibiyim anne. Dışarıda kar yağsın bütün safiyetiyle günahlarımı kapatsın “ Yarabbi ben pişmanım “ diye bağırmak istiyorum. Eşyanın üzerine, ikindinin Işık’ları kırılgan düşerken, ben yatağımın içinde debeleniyorum. Gözlerim uyanmamayı kararlaştırmış olsada ben, alelacele hazırlanıp sinemaya gittim. İçerisi iğrenç kokuyordu. Koltuklarda oturan herkes, uzaydan gelen yaratıklar gibiydi.
Film başlamasıyla bende de bulantılar başladı. Çünkü seçtiğim film saplantıların tuzağına düşmüş, kızdan bozma bir erkekle mor saçlı bir kızın aşkını!! anlatıyordu. Yara aldım, kanıyorum anne neredesin? Nerden çıktığını anlamadığım, içimi ısıtan bir kaç cümle yankılandı yüreğimde “ kaç buradan, kurtul bu foseptik çukurundan “.
Ama çıkacak yön bulamıyorum, labirentlerin karanlığı, sinemanın karanlığı ile iç içe. Ümidim yok umudum hiç kalmadı. Bu karanlığın içinde maviyi, umudu göremiyorum seçemiyorum anlıyor musun ? anne.
Ben ki, henüz on sekiz yaşımın baharındayım ve sürünüyorum. Doğum öncesi heyecanlı bekleyiş gibi bir cenderenin içindeyim sanki. Aynanın paramparça olmasından sonra işitilen azarlar, hiçbir anlam ifade etmiyor anne anlasana.
Çarşamba / saat 2:30
Ve kapkaranlık bulutların kuşattığı gökyüzünden, yağmur yağmadıysa yeryüzüne; yeryüzü kurur ölür anne. Elimden düşürdüğüm, düşürdükten sonra, oradan oraya savrulmasını izlemeye devam ettiğim kimliğim, çarpık anlamların, bozuk hislerin, düşsel yalpalamaların sıçrattığı pislikle, yüreğimi kirletiyor anne.
Artık, kafamı zonklatan, yüreğimi, sızlatan bu kalabalığın, saatlerce beynim de koşuşturmasına da tahammülüm kalmadı, çünkü hala nefes alamıyor, boğuluyorum.
Yürek kuşumun kanatlarını yoldular, uçamıyorum anne görmüyor musun?.
Sapkın hislerin kuşattığı, Richter ölçeğinin bile ölçmekte zorlandığı depremlerin yaşandığı bu aciz beden de, yaşanılan güzel anlara, hiç bir şeye saygımın kalmadığını fark edemiyorsun, yanım da yoksun anne kusuyorum.
Biliyorum ki, sapkın düşsel hayatın başı ve sonu yok. Haykırırken hırıldayan bir döngü bu.
Güz yaprakları gibi savruldum, paylaşabileceğim taze yapraklar kalmadı dallarımda, dökülüyorum anne görsene. Ben neyim, kimim.? Kimlik karmaşası yaşayan insanları içine mancınıkla atıldım anne bilsene. Duymaktan korktuğum şeyler, çapalarken yüreğimi, rüzgarlı tepeye inat, savrulmadan dimdik ayakta duran ağaçların cesaretini yükle bana anne. Ben bulut’lara tırmanıp gerçek gökkuşağını yakalamak istiyorum . Ama merdivenim yok, bana merdiven al anne tırmanamıyorum.
Cumartesi/ saat 00:04
Hayatım normal değil biliyorum, sende bilsene anne. O bembeyaz ellerini uzat da kaldır beni, altüst oldum yuvarlanıyorum anne neredesin !?
Beynimi - kulaklarımı işgal eden, şeytanın ayak seslerini , yüreğimle bastırmak istesemde, mümkünatı yok susturamıyorum. Abluka altında kaldım anne yardım etsene. Hücrelerim gelgitler yaşıyor, dolunayda denizler pırıl pırıl parlarken, ben kapkaranlık bir girdaba yakalanmış gemiyim. Sığınacağım - sığınılacak bir liman yok..
Bu kaostan kurtulmak için, bağırmak istesem de, beynime çöreklenmiş KARAYILAN, riya kokan müstehzi bir ses tonuyla
“ boş ver “ diyor, boşver sen böyle çok özelsin. Sesim bile paramparça olmuş, etrafa saçılan can kırıkları, nasıl da batıyor ruhuma, kimselere anlatamıyorum. Bu sessiz ama çığlık çığlığa haykırış sadece benim değil ki.
Benimle birlikte, karakutuyu paylaşan hepimizin çığlıkları, kainatta yankılanıyor da , kimse sesimizi duymuyor anne, duysanıza..
Çarşamba / saat 03:45
Evet doğrudur. Son günlerde keşmekeşlerle dolu bu acunu alemden kaçmak istiyorum. Ama bunu her denediğim de, patlamaya hazır volkan gibi homurdanmaya başlıyor yüreğim. Oksijensiz kalıyor, nefes alamıyor, boğuluyorum anne yüreğimi sustursana..
Hani otları sararmaya yüz tutmuş, ovalardan geçen sessizliğin içinde kıvrım, kıvrım uzanan tren yolları var ya, işte bu yollarda akıp giden. buharlı lokomotifin çıkarttığı gıcırtılı sesleri, sadece sessizlik duyuyor da kimse duymuyor anne, işte ben o gıcırtılarla homurtuları iç-içe yaşıyorum. Ve bu gürültüler beynimi parçalıyor çaresizlikle başımı duvardan duvara vurmaya başlıyorum, tıpkı tenis topunun filelere çarptığı gibi sendeleyip duruyor kanıyorum anne görsene.
Sonra camı açıyorum, hava buz gibi. Soğuğu soludukça, aklımı toparlamam gerekirken, kendimle bile konuşamıyorum. Durduk yere, beynim karıncalanıyor, baş dönmesi yaşıyorum istemsizce. Ani iç çekiş sonrası, patlarcasına haykırış ve parçalanmamla birlikte, üç kişilik sessizlik, ŞEYTAN, NEFİS ve BEN..
Bazı günler, kendi kendime keşke duvarlar üzerime yıkılsaydı, çölde kum fırtınasının altında kalsaydım da, bu utançla yaşamasaydım diyorum.
Bu sanal alemin küflü odacıkların da prangalanmış mahkum gibiyim - gibiyiz anne baksana.
Bir saplantının alışkanlığa dönüşmesinin ne demek olduğunu anlamıyor bu şaşkın yüreğim. Çıkıntılarda ki, lağım sularına dalmamayı, önceden öğrenseydim keşke diyorum ama sonradan söylenen KEŞKE’ler bir işe yaramıyor, kanatları kırık zaman dilimleri için de bocalarken, midem bulanıyor anne, anlıyor musun? Midem bulanıyor.!
Salı / saat 3:56
Senden gizli, kanat takıp uçmak istercesine havalanmıştım az önce. Ama düştüm.
Şimdi kainatın boşluğundan yuvarlanmış, yangınlarda bir göktaşı gibiyim. Olmak istemediğim ama girdaba kapıldığım yerdeyim anne, boğuluyorum. Bütün bu yaşadıklarım övünülecek bir şey değil. Benliğimin yalpaların da yuvarlanıyorken istemsizce, hayatın ışığı nereye vuruyor, onu göremiyor, kepenklerini indirmiş gözlerim. Siyonist kalemşörlerin yazdığı senaryolar, oynamamız için bize tiranca bir baskıyla sunuluyor. Karakterler, akıntıya kapılmış sandal gibi yalpalayıp dururken, ben de, istemsizce birçok sahneye atıldım - atıldık anne.
İtiraf etmeliyim ki, aslın da ilk zamanlar zapt edilemeyen merakım, beni bu senaryoya dâhil etti. Keşke beni duysaydın, elimi tutsaydın anne. Kalabalığın içinde yok sayılsaydım da, bu sanılardan kurtulsaydım beni anlıyor musun anne..?
Şu dünyayı aydınlatan, ateş topu güneş var ya, bir gün, kıyamet koptuğunda mutlaka sönecek. Ama bendeki güneş sönmeden, bedenimde kıyametler kopmadan, sesimi duymanı istiyorum anne boğuluyorum.
Ölüm gibi bir şey bu. Önümü göremediğim bir yolda, karanlık dünyanın bataklığına saplandım. Ahh Keşke bu çöp yığınını yüreğime doldurmak yerine dökmeyi öğrenseydim.
Perşembe / saat 1:35
Aylardır bitmek bilmeyen uyuşukluklar tüm zerrelerimde hala devam ediyor beynim karıncalanıyor. Artık bu sanal alemin küf kokulu odaların da gezinmek beni tatmin etmiyor, midem bulanıyor ama kendimi bir türlü bu odacıkların içinden kurtaramıyorum. Buralarda herkes, insan tabiatına aykırı, cinsel oyunlar oynarken, anneler babalar uyuyor anne.
Uyansana, avazın çıktığı kadar bağırsana anne, bağırda uyansınlar, herkes uyansın. Yüreğime bak, işte bak tam şurası. Şakır şakır kanıyor, kanı durduramıyorum anne bana yardım etsene.
Bu çöp yığını, bu bulantı, önce huzurumu kaçırdı, sonra sarıldı. Tıpkı ahtapotun kolları gibi kıskıvrak beni yakaladı, çözsene anne kıpırdayamıyorum.
Asıl benliğimi aramaya başladığımdan beri, yalpalıyorum. Kalbime çekilmenin, yüreğimi aydınlatmanın yolunu ah bir bilsem, bir bulabilsem.
Kaf dağının ardından Zümrüdü Anka kuşunu çağırsana anne, çağır gelsin. Kanadına tutunup mutlu masallara uçalım anne. Çaresizim, bu deruni sızı büyüyor, büyüdükçe dünyam küçülüyor karanlıklar dipçikleriyle vuruyorlar beynime, kızıl şafaklara hasretim anne görsene. Baharım hazan oldu, toprağım da yeşeren filizler kurudu ama kanayan yaram kabuk bağlamıyor kurumuyor, gittiğim yolların tüm çıkış biletlerini yüreğimi saran ateş kül etti anne. Vasiyetsiz bir ölüm beni beklerken hala uyuyorsun, uyansana. Sana tutunmaya çalışıyorum anne, yüreğimden tutsana düşüyorum. Görmüyor, duymuyor hissetmiyorsun, hissetsene anne ÖLÜYORUM... .
__Bir genç kızın, hatıra defterinden can kırıkları …
Gül Gülasem ATEŞ