×

Kurumsal

Künye Kullanım Sözleşmesi Gizlilik Politikası Özel Üyelik

Haber Kategorileri

Gündem Ekonomi Sağlık Spor Türk Dünyası Kültür Sanat

Medya

Foto Galeri Web TV Canlı TV

Makaleler

Yazarlar Makaleler

Servisler

Seri İlanlar Firma Rehberi Biyografiler Nöbetçi Eczaneler Namaz Vakitleri E-gazete Faydalı linkler Puan Durumu Fikstür Anketler

Destek

Üye Ol Giriş İletişim

Gül Gülasem ATEŞ

OKUMADIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER.!

OKUMADIĞINIZ İÇİN TEŞEKÜRLER..!


BU CURCUNANIN İÇİNDE SAHİ DÜŞMAN KİM..!?
Gardiyanların ayak sesleri gri buz gibi koğuşun kapısında son bulmuştu. Paslanmış koğuş kapısını yırtarcasına açtılar getirdikleri genç mahkumu fırlatırcasına nem kokan karanlık koğuşa diğer mahkumların yanına bırakıp gittiler. Yeni gelen genç adam kendini toparlayarak içeridekilere selam verdi ve kendisine gösterilen boş yere oturdu. İçlerinden en yaşlı ve olgun olan mahkum gencin yanına yaklaşıp omuzuna elini koyarak “ hoş geldin evlat “ diyerek bir anlamda genci sahiplenmişti. Genç adamın selam verişinden ve simasından, yılların verdiği tecrübe ile nasıl biri olduğunu hemen anlamıştı. Genç adam oldukça yorgun ve bitkin görünüyordu, epeyce bir müddet tefekkür halinde kalıp konuşmadı. Daha sonra yaşlı adamdan bir seccade istedi ve güneşten bir tutam ışık yontarcasına KIBLENİN ne taraf olduğunu sordu. Sonra kalktı ve yavaş, yavaş ikindi namazını kıldı. Yaşlı adam gencin namazını bitirmesini bekliyordu, onunla tanışmak istiyordu ama genç ikindi namazını bitirdiği halde daha namaz kılmaya devam ediyordu, sonunda bitirdi ve yerine geçip oturdu. Yaşlı adam biraz daha yanına yaklaştı.

-Nedir o fazladan kıldığın namaz? Biliyorsun ikindi namazından sonra kılınan nafile bir namaz yoktur? Delikanlı bir müddet cevap vermedi, daha sonra sakin bir sesle '' Kaza namazı '' dedi.!  Yaşlı adam '' Ne zamanın  kaza namazı evlat? ''  dedi.
-Gözaltındayken, diyerek sustu delikanlı.
Aslında yaşlı adam onu konuşturarak bir şeyleri hatırlatmak üzmek istemiyordu. Fakat yine de kendine hakim olamadı.

-Oğlum seni ne kadar tuttular göz altında?
-Yirmi dokuz gün efendim.

– Allah Allah, yirmi dokuz gün haa .

-Evet, yirmi dokuz gün. Şimdi ben o yirmi dokuz günlük namazımı kaza etmek istiyorum.

-Demek k, namazlarını sana kıldırmadılar. Delikanlı bu soruya cevap vermedi - veremedi.


Uzun bir süre sustuktan sonra yaşlı adama dönerek;

-Amcacığım aslında namazlarımı kıldım, bir tek vaktimi bile kaçırmadım fakat  namazın şartlarını yerine getiremedim, hep eksikti. Çoğu zaman abdest  bile alamadım, teyemmüm ettim.

-Olsun evladım teyemmümle olsun, kabul olmuştur.
-Fakat efendim ben teyemmüm edecek toprak bulamadım,
bazen beton duvara, bazen de demir kapıya ellerimi sürerek teyemmüm ettim, kabul olur mu?

-Ne demek kabul olmaz, elbette olur.

-Kıbleyi de bilmiyordum, rica ettim ama ısrarla söylemediler. Hem bu arada namazın diğer rükünlerini de yerine getiremiyordum, askıdaydım, hem ellerim hem ayaklarım bağlıydı, çoğu zaman zorla rükûa gidebiliyordum, hele hiç secde yapamıyordum.

-Olsun, olsun o şartlarda senin kıldığın namaz Allah katında çok makbul olmuştur “ dedi yaşlı adam.
 Delikanlının ses tonu iyice değişmiş ağlamaklı bir hal almıştı. Derin bir nefes aldıktan sonra mahçup utangaç bir ses tonuyla devam etti.

-Biliyor musunuz efendim gözaltında bulunduğum o yirmi dokuz günün on beş günü anadan üryandım, çırılçıplak soymuşlardı beni. Yalvarıyordum onlara, ne olur Allah için bir tek iç çamaşırımı bana verin, hiç olmazsa namaz kılacağım vakit verin diyordum, fakat vermiyorlardı. İşte o şekilde kıldım namazlarımı.
Mümkün olduğu kadar toparlanıp avret yerlerimi örtmeye çalışıyordum. Fakat bazen onu da yapamıyordum, bu şekilde namaz kılıyordum. Delikanlı susmuştu. Yaşlı adam göz yaşlarını tutamamış ağlıyordu. Sonra birden oturduğu yerden doğruldu ve delikanlının omuzlarından kuvvetlice tutarak kendine çekti:

-Bana bak delikanlı! Anlıyor musun, o namazları asla kaza etmeyeceksin. O namazları alıp Allah’ın huzuruna varacaksın. ” Allah’ım, sana bunları getirdim.” diyeceksin. Biliyor musun, belki hayatında kıldığın en önemli namazlar, senin bu namazların olacak.

Yaşlı adam peki adın ne evlat. Ne iş yaparsın, Suçun ne ?


Suçum : Vatansever olmak..! 

Adım: Muhsin Yazıcıoğlu..!


      MUHSİN YAZICIOĞLU..!

O doğduğunda takvimler 31 Mart 1954’ü gösteriyordu. Sivas’ın Şarkışla ilçesinde çiftçilik yapan Fidan hanımla Halit beyin son çocuğu olarak dünyaya gelmişti..
 ilk ve orta öğrenimini Şarkışla'da yaptıktan sonra yüksek öğrenimini yapmak üzere 1972'de Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesini tamamlar. Lise yıllarında başlayıp son nefesine kadar vatan sevgisi ile yanan yüreğinden dallanıp budaklanan
yiğitlik sonradan kazanılan bir olgu değil, doğuştan kendisine verilmiş yüce Allah’ın lütfu keremidir. Vatanın milletin derdi onu kuşatmış içinde kıpır kır dur durak bilmeyen manevi enerjisiyle 1968'de dernek çalışmalarına başlar. Şarkışla'da Genç Ülkücüler Hareketi'ne katılmış, Ankara'ya geldikten sonra ise, Ülkü Ocakları Genel Merkezi'nde milliyetçi mücadelesi ivme kazanmıştır.
Artık onu hiç bir güç durduramaz. Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcılığı ve Ülkü Ocakları Genel Başkanlığında aktif çalışmaları 1978'de faaliyete geçen Ülkücü Gençlik Derneği'nin de kurucu genel başkanlığı yapar.

1980 Darbesi sonrası Ülkücü davadan yargılanan, 5.5 yılı hücrede olmak üzere toplam 7,5 yıl cezaevinde kalan, suçsuzluğu anlaşılınca ''kusurumuza bakma - pardon '' denilerek beraat eden
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu, bizlerin Mamak işkence evi diye nitelendirdiği, kendisinin ise Medrese-i Yusufiye diye adlandırdığı Mamak Cezaevi’nde geçirdiği acı dolu yıllardan ve işkencelerden sonra nihayetinde 9 Nisan 1987’de tahliye olur ve kaldığı yerden hız kesmeden davasına devam etme kararı alır. Tahliyesinin ardından kendine yakışır şekilde ilk işi; Ülkücü Davadan mahkûm olan veya tahliye olmasına rağmen hala mağdurluğu devam eden dava arkadaşlarına destek amaçlı kurulmuş, Sosyal Güvenlik ve Eğitim Vakfı’nın Başkanlığına geçerek mağduriyetleri gidermeyi o gün ki şartlarda tam manasıyla başarmıştı.

Türkiye'yi her alanda geri götüren dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşan, emperyalist güçlerin maşası faşist  postallı zorbalar, ellerine geçen   sınırsız yetkilerini kullanarak ülkenin dört bir tarafını zulüm ablukası altına  almıştır. Bu süreç ve sonrasında Muhsin Yazıcıoğlu  ve dava arkadaşları vatan -bayrak - millet için ölmeyi göze alan, ha kurşun yemişiz, ha ipe çekilmişiz düsturuyla hareket eden yiğit adamlardı.

 


 Sonranın bilinmezliği yaşanırken bu kadim topraklarda, milletin AKLINI -FİKRİNİ - İMANINI ÇARMIHA gerdikleri 12 Eylül öncesi ve sonrasında Ülkücüler de çok ağır bedeller ödediler..
Darbenin ardından kapatılan Milliyetçi Hareket Partisi bünyesinde toparlamak adına 30 Kasım 1985 tarihinde kurulan (MÇP) Milliyetçi Çalışma Partisinde Ülküdaşlarıyla beraber aktif siyasi hayatı başlamış ve MÇP'de Genel Sekreter Yardımcılığı görevini üstlenmişti. O sözünün eri, doğru konuşan, emanete hıyanet etmeyen Müslüman Türk’ün şiarı bir liderdi.
1991 yılında yapılan genel seçimlerde üç partiden oluşan ittifak bünyesinde, milletvekili adayı oldu ve memleketi Sivas'tan milletvekili seçildi
 Yiğit Muhsin Yazıcıoğlu adı dava arkadaşlığının mührü olmuştur. O, dürüstlüğü, pragmatizmden uzak liderlik vasfıyla Başkan olmasına rağmen baskıcı ve jakoben anlayıştan uzak duran, kolektif arkadaşlık bağına önem veren, ülke ve millet menfaatlerini ön planda tutan bir anlayışa sahipti.  12 Eylül Zindanlarında Ülkücü Olmanın sabrı,  Muhsin Yazıcıoğlu ve ülküdaşlarının davasının Nizâm-ı âlem, İ’lâ-yı kelimetullah  Türk-İslam ülküsünü yeniden diriltme davası olmasının manevi gücünden kaynaklanmıştır.
Muhsin Yazıcıoğlu, 7 Temmuz 1992'de içinde bulunduğu partinin '' siyasî anlayışıyla uyuşamadığı" gerekçesiyle, beş milletvekili arkadaşı ile beraber Milliyetçi Çalışma Partisi'den ayrılarak ülküdaşlarıyla birlikte 29 Ocak 1993'te Büyük Birlik Partisini kurar ve ardından Genel Başkanlığına seçilir.


Ve 28 Şubat sürecinde bir yiğit haykırdı “Ordu Gözbebeğimizdir;

Ancak Namlusunu Millete Çevirmiş Tanka Selam Durmam!” Bu haykırışıyla milleti prangalara mahkum etmek isteyen kanlı postallara ayar vermişti.



HELİKOPTER KAZASI VE MUHSİN YAZICIOĞLU'NUN ŞEHADETİ..


 2009 yerel seçim çalışmalarına yoğun bir şekilde katılan liderlerden birisi de Muhsin Yazıcıoğluydu. Kuklacıların maskelerini düşürmek için var gücüyle mücadele ediyordu.
Ama 2009 Martın 25’i Hava buz gibi. Muhsin Yazıcıoğlu’nun 25 Mart programında iki miting vardı.
Yoğun programını aksatmadan tamamlayabilmek için partinin kısıtlı imkanlarına rağmen bir helikopter kiralanmış "Hazineden yardım almadan siyaset yapan tek partiyiz. İlk defa helikopter kiralayarak miting yapıyoruz” demişti.
Kahramanmaraş da mitingini tamamlamış Yozgat-Yerköy mitingine hareket etmek üzere Medair'dan kiralanan TC-HEK tescil işaretli Bell 206L-4 LongRanger tipi helikopter Sivas’tan Kahramanmaraş’ın Çağlayancerit ilçesine gitmek üzere havalanmışlar helikopterde 6 kişi vardı. Muhsin Yazıcıoğlu, BBP Sivas İl Başkanı Erhan Üstündağ, İl Başkan Yardımcısı Yüksel Yancı, Belediye Meclis Üyesi Murat Çetinkaya, Yazıcıoğlu’nun seçim çalışmalarını takip eden İHA muhabiri  İsmail Güneş ve pilot Kaya İstektepe.

Yerköy’e gitmek için 14.37’de havalanan helikopter, hareketinden 25 dakika sonra düştü haberini Anadolu Ajansı, “Aralarında Muhsin Yazıcıoğlu'nun da bulunduğu 6 kişiyi taşıyan Esas Holding'e ait helikopterin Kahramanmaraş'ın Göksun ilçesine bağlı Çardak beldesi yakınlarında bilinmeyen bir sebepten ötürü düştü “ şeklinde tüm ülkeye duyurdu.
önce kimse inanmak istemedi. Sevenleri dostları arkadaşları allak bullak olmuştu. Anadolu’ya bahar gelmişti ama helikopterin düştüğü bildirilen dağlık bölge zaman zaman tipiye dönüşen kar yağışı altındaydı.


Kazayla ilgili İlk açıklamalardan birisi Kayseri Valisi Mevlüt Bilici’den gelmişti. Bilici, "Bana ulaşan bilgilere göre, kurtarma ekipleri olay yerine varmıştır. Muhsin Yazıcıoğlu yaralı, şuuru açık. Arkadaşlar kendisini hastaneye ulaştıracaklar" demişti ama bu haber doğru değildi ve enkaz bir türlü bulunamıyordu.
Tüm Türkiye Ülkece allak bullak olmuş üzüntü keder hayretler içerisinde kıvranırken Koskoca ülkede bu helikopterin yerini tespit etmeye yarayan bir cihaz yok muydu?  Yolcuların cep telefonlarından konumlarını bulmak bu kadar zor muydu? Soruların ardı arkası kesilmiyordu. İşin enteresan tarafı Helikopterde bulunan İHA muhabiri kazanın hemen ardından yaralı halde 112 acil çağrı merkezini aramış, yardım istemişti. Üstelik bir kez değil 7 kez telefonla görüşmüş, dakikalarca konuşmuştu.
Bacağının kırık olduğunu, helikopterin içinde sıkıştığını anlatıyordu. Karşısındaki kurtarma görevlisi yanıt alamadığı soruyu üst üste sorup duruyordu. “Neredesiniz?” Yanıt hep aynıydı, “Bilmiyorum. Her yer sis, bir şey göremiyorum.”
İsmail Güneş, “Şarjım bitiyor, burası çok soğuk üşüyorum. Hala bulamadınız mı yerimizi?” diye soruyordu.  İlk başta, “Erhan abi sağ, inliyor” diyen İsmail Güneş bir yandan yardım ekiplerine dert anlatmaya çalışırken, bir yandan da “Erhan Abi” diye seslenerek yol arkadaşına “Kendini bırakma toparlan” diye destek olmaya çalışıyordu.
“Burada herkes öldü galiba” feryadından sonra geceyi gündüze ulaştıran zamanda donmuştu. Karanlık güçler denilen kirli ellerin engellemeleriyle İsmail Güneş”in imdat sesine kimse yetişemedi…

Sırlar ve bilinmeyenlerle dolu olan enkaz arama çalışmaları milleti ve Muhsin başkanın sevenlerini çileden çıkarmaya yetmiş ve artmıştı ama tüm yaşanan olumsuzluklara rağmen Yazıcıoğlu’nun yol arkadaşları, Yazıcıoğlu’nun Alperenleri - sevenlerini itidale davet ederek örnek davranış sergilemişti. Günler sonra yılan hikâyesine dönen enkaz arama çalışmaları sonuç vermiş ve en sonunda helikopterin enkazına ulaşılmıştı.! Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının şehadete erdiği haberi artık resmiyet kazanmıştı. Bu resmî haber tüm milletimizi ve Muhsin Yazıcıoğlu’nu sevenleri yasa boğmuştu..

Muhsin Yazıcıoğlu’nun yaşarken bir araya getiremediklerini şehadetiyle bir araya gelmişti. Herkesin, özellikle onu yakından tanıyanların hangi siyasi çizgide olursa olsun tek diyebilecekleri cümle
“ O çok dürüst bir vatansever adam gibi adamdı.” Şüphesiz, şehadetin en güzeli insanın arkasından milyonların dualar etmesi ve güzel sözler söylemesiydi. O, örnek yaşamı ile bunu başarmıştı.
Başkent Ankara’ya hüzün sisi çökmüş Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun cenazesini, yüzbinler Kocatepe’den, Taceddin Dergahına omuzlarda, dinmek bilmeyen tekbir sesleri ve gözyaşları götürmüşlerdi.


“Bu Ülkede dürüst olmak başa beladır. Ama o bela başımızın tacıdır’’ diyen Muhsin Yazıcıoğlu 14 yıldır aramızda yok, ama onun Alperenlere - ülküdaşlarına ve sevenlerine bıraktığı mirasıydı dava adamlığı. Akıllara kazınan sözleri, örnek yaşamı ve şiirleri rehber olmaya devam ediyor ve edecektir.
Bu milletin ve davasını devam ettirenlerin de ona karşı en büyük görevi sırlar ve bilinmeyenler denkleminden oluşan bu şehadet yolculuğunu aydınlatmaktır kuşkusuz...!

Ne kadar adlarına faili meçhul cinayet varsa kaos adına, unutulmasın ki gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.
Güneş balçıkla sıvanamaz, hiçbir gerçek sonuna kadar gizli kalamaz.

Zaman dar, zaman iki yüzlü dünyanın hasatına gebe.
Hem zamanların en iyisi hem zamanların en kötüsü.
Hem akıl çağı, hem aptallık, hem inanç devri hem de kuşku.
Hem aydınlık hem karanlık mevsimi.

Hem umut baharı hem de umutsuzluk kışı.
Zamanın buzulları arasında sıkışıp kalmamıştı Şehit Muhsin Yazıcıoğlu. Zor zamanların zor yürekleriydi onlar.
Bayrağını - vatanını - Milletini seven Ülkücü olmanın bedelinin ölüm olduğu bir çağda, çağları kıskandıran Alperenlerdi. Herkes kendi derdindeyken ülkelerinin kaygısını taşıyorlardı ruhlarında. Ülküleri vardı, cihanı kuşatan! Genç iken ölüme gülümsediler İstikballerini Yusufiye medreselerinde mapushanelerde bırakmış Yusuf Yüzlülerdi. Ve onlar “ yağız atlara binip cenneti alâya gittiler...”

Ruhun Şad, Mekânın Cennet ola, Koca Reis..

    Gül Gülasem ATEŞ

YORUM YAPIN

haber yazılımı | Copyright © 2024