KRALİÇE SÜREYYA -SORAYA ( İsfendiyari Bahtiyari )
Tarih çoğu zaman zafer kazanan veya kaybeden hükümdarları ve kazananları yazar. Onların özel hayatlarından, mesela hayat arkadaşları - eşlerinden hiç bahsedilmez. Halbuki dünya tarihi binbir gece masallarını aratmayacak şekilde mutlu - mutsuz prenseslerin efsanelerle - öyküleriyle dopdoludur.
Avrupa'da jet sosyete, İran'da kraliçe daha sonra 'Sürgünde Prenses' olarak anılan, saraydan Hollywood'a uzanan hazin bir hikayenin baş kahramanı bir kadın var ki onun hikayesi herkesten farklı. Yıllar öncesi yaşanmış bir dramı, 1950’lerin İran’ın da örülmeye başlanmış bir kraliçenin zirveden düşüşünü anlatan hüzünlü bir aşkın öyküsüne bulanmış hikayesini acizane kalemimle okuyucularımla buluşturmak istiyorum.
SÜREYYA -SORAYA...
Şafak ha ağırdı ha ağıracak. Kuşlar aşiyanlardan seyrüsefer ederken koruluklara, adını İran mitolojik kahramanı İsfendiyardan alan şehrin köklü Bahtiyari ailesi için sıradan bir gün değildi. Heyecanlı bir bekleyiş sonrasında 22 Haziran 1932 tarihinde İsfahan’da İngiliz Misyoner Hastanesi’nde Bahtiyari ailesine yeni bir can katılır. Anne baba dünya tatlısı, kırmızı yanaklı, zümrüt yeşili gözlü bebeğe "Yedi Yıldız" anlamına gelen SORAYA - SÜREYYA ismini verirler.
Süreyya’nın babası, İran'ın köklü Bahtiyariler olarak bilinen asilzadelerinden ve İran'ın Batı Almanya büyükelçisi olan Halil Esfendiyaridir. Annesi Çarlık Rusyası’nda yaşayıp muazzam servet sahibi olan Alman kökenli bir ailenin ortanca kızı. Yani anlayacağınız Süreyya şaşaalı görkemli bir yaşantıya gözlerini açar. Yıllar su gibi akıp giderken mavi yer kürenin insanları adı II. Dünya Savaşı olan büyük bir yıkıma şahit olurken, bu yıkımı hissetmeyen küçük azınlıklardan birisidir Süreyya ve ailesi. Berlin ve İsfahan arası mekik dokuyarak büyüyen Süreyya’nın hayat tarzı, “sessiz kuşağın “ gençlerinden oldukça farklıdır. İranlı yaşıtlarının aksine isviçre ve ingiltere'de yatıllı okullarda okuyarak büyümüş, 3 lisanı (Almanca, Fransızca, İngilizce) ana dili gibi konuşan popüler şımarık bir genç kızdır Süreyya.
1947 senesinde İsviçre’nin Askona kentine İran sosyetesinden tanıştıkları aileler ile birlikte tatile çıktıklarında, Süreyya kelebek gibi uçarı ele avuca sığmayan 15 yaşında bir genç kızdır. Tatilde durup dururken babasına artist olmak istediğini söyler. Babası donup kalır, “Ne olmak istiyorsun?” diye sorar. Süreyya isteğini “ben artist olmak istiyorum baba...” diye tekrarlar. “Evladım sen aklını mı kaçırdın? Soylu Bahtiyari sülalesinden biri nasıl artist olur?” Evet daha önce Bahtiyari sülalesinden hiç kimse böylesi marjinal bir çıkışla karşılaşmamıştır. Bu cesaret el-bebek , gül- bebek büyütülen Süreyya’nın şımarıklıklarından sadece birisidir.
Babasının cevap vermesine fırsat vermeden “Aristokrat ailelerden gelen bir çok insan bugün filmlerde oynuyor” diyerek cümlesini tamamlar Süreyya.
Babası kocaman fal taşı gözlerle kızına baka kalır. Yutkunur, hemen kendisini toparlayarak “sevgili kızım “ der “ Şerefli, Persepolis- İran tarihinde bu istediğinin bir örneği bile yok ve olmayacaktır “diyerek konuşmaya nokta koyar. Ve bu konu bir daha açılmaz.
Yıllar su gibi akıp giderken bir baloda İran Şahı Muhammed Pehlevi'nin kız kardeşi prenses Şems, Zümrüt gözlü Süreyyayı görür görmez çok beğenir. Süreyya'nın halası ile olan dostluklarından güç alarak, abisi Şah Pehleviye Süreyya’nın fotoğrafını yollar. Onsekiz yaşının baharında pırıl pırıl parlayan zümrüt yeşili gözler, Şah Pehlevi`yi efsunlamış, karşı konulmaz bir aşk ateşine düşürmüştür. Vakit kaybedilmeden genç kız saraya davet edilir. Süreyya bu daveti işittiğinde adeta lâl olmuş, heyecandan dizlerinin bağı çözülmüştür. O sırada tatilde olan annesine apar topar haber yollanır. Evet bu saray davetinin anlamı çok açıktır.
Koyu bir Fars milliyetçisi, tüm Pers imparatorları gibi Ortadoğu'yu Irak, Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Umman ve Yemen gibi ülkeleri hükmetme peşinde olan Şah - İmparator Pehlevi Süreyya ile evlenmek istiyordur. Her genç kızın rüyasını süsleyen bir teklifle karşı karşıya kalan Süreyya'ya annesi iyice düşünmesi gerektiğini söylediğinde Süreyya "Şah'ı tanımıyorum ama bildiğim kadarıyla sportmen , yakışıklı , kültürlü. Üstüne üstlük bu koskoca ülkenin imparatoru - Şah’ı. Evlenmemem için hiç bir geçerli sebeb bulamıyorum anneciğim “ der ve Süreyya da ilk görüşte Şah'a aşık olur.
1950 yılının Ekim ayında nişanlanırlar. Şah’ın Süreyya’ya verdiği nişan yüzüğü 22.37 karat elmastan olup, rivayete göre evlenene kadar her gece Süreyya’nın yastığının altına bir mücevher bırakılmıştır.
Aslında bu evlilik Şehinşah (Farsça telaffuzuyla Şahenşah - Krallar Kralı) Şah Rıza'nın ilk evliliği değildir. Amerikan dış istihbarat örgütü CIA'nın 1972 tarihli raporuna göre, prenses Fevziye ile genç Rıza Pehlevinin kral babaları tarafından planlanmış ve görücü usulü gerçekleşen ilk evlilik, siyasi bir projedir. Sünni prenses Fevziye ile Şii Pehlevi'nin evliliği, bölgedeki iki krallığı Ortadoğu'da güçlü kılmak için ön görülmüş, her iki ülkenin menfaatlerininin korunacağı bir evlilik olmuştur. Pehlevinin Prenses Fevziyeden bir kızı olur, ama soyağacının devam etmesi için gelenekçi rejim veliaht bir prens istemektedir. Bu gerçekleşmeyince şahın prenses Fevziyeden ayrıldığı söylenir.
▪️Süreyya ile Şahın 1951 Şubat ayının 12’sin de evlenmesine karar verilir.
Artık Süreyya’nın muradına ermesine sayılı günler kalmıştır. Gelinlik Christian Dior’a yaptırılır. Gelinliğin kumaşı lame, 900 bin altın pul, 6 bin elmas ile döşelidir. gelinliğin sadece kuyruğu bile 10, toplam ağırlığı ise 25 kg.dır. Süreyya, bu kadar ağır gelinliği o nazenin vücuduna giyince, “Taşıyamıyorum, kurşun gibi ağır, omuzlarım çökecek gibi oldu “ diye serzenişte bulununca sarayın terzisi gelinliğin eteğinin altındaki katları keserek gelinliğin ağırlığını yarıya indirir. Süreyya nedimeleri eşliğinde halasının köşkünden çıkar, önünde ve arkasında mızraklı süvariler eşlik ettiği arabaya biner. Her taraf binbir gece masallarını andıran bir atmosferle kuşatılmıştır.. Evet bu muhteşem gelinliği taşımak için SÜREYYA olağanüstü gayret sarfeder ve tüm genç kızların hayallerini süsleyen rüya gibi bir törenle dünya evine girer.
▪️ Zamanın fotoğrafı çekilemezdi ama mutluluğun fotoğrafı çekilirdi. Düğün ve sonrasının yüzlerce fotoğrafı çekilip tüm dünyaya servis edildi.
Süreyya - Pehlevi çifti İran halkının ve bütün dünyanın teveccühüne mazhar olurlar. Tüm Kraliçeler gibi o da toplumsal sorunlarla ilgileniyor, güzelliği kibarlığı sayesinde herkes ona hayran kalmıştı.
Güzel prensesin hayatı en ünlü Life dergisi başta olmak üzere dünya basını tarafından da yakından izleniyor, en popüler dergilere kapak oluyorlardı. Resmi ziyaretlere eşiyle birlikte katılan Süreyya,Londra'dan Madrid'e kadar her yerde Şah'a eşlik ediyordu.
Devrin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakanı Adnan Menderes'in resmî davetlisi olarak 1956 Türkiye gelirler. Bu ziyaretleri sırasında, Süreyyanın anne olabilmek ümidiyle ZONGULDAK Kokaksu’daki kaplıcadan şifa aradığıda söylenir. Zümrüt gözlü kraliçe Soraya'yı "Süreyya" Türk halkı çok sever.
O günlerde doğan kız çocuklarının çoğuna "Süreyya "ismi verilir.
SIRF İRAN ŞAH’INA ERKEK ÇOCUK VEREMEDİĞİ İÇİN
SÜRGÜNE GÖNDERİLEN PRENSES SÜREYYA’NIN TRAJİK HAYAT HİKAYESİ...
Süreyya ve Rıza Pehlevi’nin sevgileri doruktadır ama sosyal görevler ve yurtdışı gezileri dışında kalan saray hayatları didik didik edilmektedir. Süreyya, hala Şahın soyunu sürdürecek bir evlat hatta erkek bir evlat dünyaya getirememiştir.
(Aynı baskı Şah’ın ilk evliliğinde de uygulanmış, Prenses Feyziyenin bir erkek evladı olmadığı için gözünün yaşına bakılmaksızın yuvası yıkılmıştır.)
Avrupa’nın en ünlü doktorlarına gidilmesine rağmen derdine bir çare bulamayan Prenses Süreyya’nın üzüntüsü bir yana çocuğunun olamayacağı haberi tüm ülkeye yayılır. Halbuki Süreyya daha çok gençtir. Prensese anne olabilmesi için süre tanımayan Şah’ın ailesi içinde, acımasızca cadı kazanları kaynamaya başlar. Kurşun gibi ağır baskılara dayanmakta zorlanan Şah Pehlevi güzel eşine kendisinden ayrılmayı düşünmediğini ama üzerine KUMA getirmek zorunda kalabileceğini söyler. Konuşmanın ardında Süreyya bir sarsılır ki gözyaşları sel olup akar. “ Şahım ben bu onur kırıcı teklifi asla kabul edemem, son sözüm budur size”“ Prensesin konuşması bittirince çaresizlikten dizlerinin üzerine çöker ve yüreği yerinden sökülüyormuşçasına hıçkıra hıçkıra ağlar.
▪️(Üzerine kuma getirilmesi fikrine bile tahammül edemeyen Süreyya, yıllar sonra evli yönetmen Franco Indovina ile yasak bir beraberlik yaşayarak, bir başka kadına yaşamak istemediği, TACI - TAHTI uğruna terk ettiği ikinci kadın olma acısını tattırır. !)
Hikaye’ye hız kesmeden devam ediyoruz. Evet gezip eğlenmeyi seven, Tahran’ın hayat dolu en güzel genç kızı gitmiş, yerine mahsun, yaşama sevincini yitirmiş ,yaşından beklenmeyecek olgunluk sergileyen bir kadın gelmiştir.
Şah ve Süreyya, her şeye rağmen 1958 yılını İsviçre’de St. Moritz kayak merkezinde Süreyya’nın annesi ile birlikte
karşılamaya karar verirler. Güney İran’da yaşanan korkunç deprem nedeniyle bu planlarını gerçekleştiremezler ama üzerine gelen karabasanlardan kurtulmak, biraz nefes almak için Prenses Süreyya İsviçre’ye annesinin yanına yalnız gider.
Dolunayın yansıdığı biricik kızının zümrüt yeşili gözleri sürekli bulutlu, kirpikleri sağanak yağışa yakalanmış gibi ıp-ıslak olması anne yüreğinde derin yaralar açar. Bedbaht anne bir gün dayanamaz “Kızım neyin var” diye sorar biricik evladına. Süreyya ise bu soruyu bekliyormuş gibi hiç tereddüt etmeden “Şah galiba benden boşanmak niyetinde anneciğim ” der ve gözyaşlarını tutamaz. Şaşkınlığından ne yapacağını bilemeyen Anne lâl olur öylece kalakalır. Süreyya annesiyle konuştuktan sonra bir nebze rahatlamış olsa da, okyanusun ortasında çaresizliğin hüzün girdabında çırpındıkça dahada derinlere batmaktadır güzel Kadın.
▪️Ay eskiyip, güneş mosmor labirentlerin arasında kaybolurken, günlerini Şah’tan gelecek telefonu bekleyip, acılar içinde kıvranarak geçirir Süreyya. Telefonun her çalışında yerinden fırlayarak telefonu açar, arayan kişinin biricik eşi olmadığını anlayınca hüsrana uğrar. Artık dayanacak gücü kalmaz ve sarayı arar. Şah sorumluluğu saray meclisine yüklese de son bir defa daha evliliğini kurtarma teşebbüsünde bulunacağını söyler. Sonunda saray otoriterlerinden prensese bir teklif gelir. “Şah’ın sizin üzerinize ikinci bir defa evlenmesini kabul ederseniz, boşanma geri kalabilir.” denilmektedir. Bu teklifi Süreyya asla kabul etmeyeceğini bildirir.
Şah Rıza Pehlevi’de Süreyya gibi aşkını kalbine sürgün ederek sessiz kalır evlilikleri biter. Genç kadının gönül sayfaları kasırgaya uğramış gibi darmadağın olur, zaman hızla yaşlanırken, yedi yıl süren evliliği zorla bitirilen mahzun Prenses ülkesine bir daha dönemez.
İrandaki siyasi otoritenin baskısıyla bitirilen evlilik sözleşmesinde, Süreyyanın "Prenses" ünvanını kullanabileceği, Şah'ın kız kardeşleri ile aynı haklara sahip olacağı, diplomatik pasaport sahibide olduğu beyan edilir. Şah Rıza Pehlevi, Süreyya’dan sonra 1959'da Farah Diba Pehlevi ile evlenir.
Süreyya artık kraliçe değil, çölün orta yerinde yalnızlığa terk edilmiş "mahzun Prenses" dir. Pamuğu dikenden sıyırmak gibi sevdiği adamdan zorla kopartılmış, fıtratında göç yazmayan kuşların göçe zorlanması gibi vatanından uzaklaştırılmış, hayalleri karalar bağlamış, iç dünyası allak bullak olmuştu. Geçmişin tozlarına bulanmış hayaletiyle boğuşan yüreğindeki yara kolay kolay kapanmayacaktır.
▪️Şair “ azizim, zaman her şeyin ilacı değildir. Zaman sadece, alıştırır. Geçirmez, dindirmez, iyileştirmez..” der. Bazen zarar görmemek için üç maymunu oynamak zorundasın. Ve Süreyya için de aynen böyle olur. Ruhunun acı çekeceğini bile bile ışık sızdırmaz, kurşun geçirmez bir ruha bürünür. Prenses Süreyya yazdığı hüzün kokan hayat hikayesi, dönemin yüksek tirajlı gazete ve dergilerinde yayınlanıp 34 dilde kitaplaştırılmıştır.
Seneler sonra ılık bir sonbahar akşamı, erkek kardeşiyle birlikte Ingrid Bergman’ın filmini izlemeye sinemaya gider. Mahzun - yorgun kadın film bittiğinde genç kızlık hayallerini gerçekleştirmek için tüm hayal kırıklıklarını elinin tersiyle iterek çocukluk sevdası olan oyunculuğa başlamaya karar verir.
1965 yılında Dino de Laurentiis'in yönettiği "Bir Kadının Üç Yüzü" filminde rol alır. Artık O bir artisttir. Hollywood onu derin bir girdap gibi içine çekmiş, dolu dizgin sinema aşkını yaşamaya başlamıştır.
Ünlü aktör Maximilian Schell gönlünü kaptırsada, Şah Rıza Pehlevi’den sonra bir daha kimseyle evlenmez. Prenses Süreyya hayatında iki kez aşık olduğunu söyler, Biri İran Şahı Rıza Pehlevi, diğeri Franco Indovina’dır. Ama Franco Indovina evlidir.
KUMALIK kurumuna karşı çıkıp Rıza Pehleviden ayrılan prenses, evli yönetmen olan Franco Indovina ile yasak bir ilişki yaşamaya başladıysa da bu büyük aşkıda (!) bir uçak kazasıyla son bulur ve Zümrüt yeşili gözler yine yağmur yüklüdür çünkü hayatının ikinci aşkını da kaybetmiştir. Söylentilere göre Prenses Süreyya yaşadığı bütün ilişkilerin hüsranla sonuçlanmasının ardından, sevdiği iki adamın da kendisinden önce ölmesiyle LANETLENDİĞİNE inanmıştır…
▪️Hazindir ki dünyanın hayran olduğu mutsuz, sürgün, yaşama enerjisi kaybolmuş Prenses Süreyya , hazan mevsiminin orta yerinde , güz yapraklarının hışırtılarının ruhları tırmaladığı bir mevsim geçişinde, 25 Ekim 2001 yılında, 69 yaşında Paris'te yapayalnız, dumura uğramış gurbet kuşları misali hayata gözlerini yumar.
Evet Prenses Süreyya, Paris’teki evinde ölü bulunmuştur. Vefatının ardından mirası abisi Bjan’a kalmıştır kalmasına ama Bijan da ablası Süreyya’dan sekiz gün sonra ölü bulunur. Gazeteler günlerce susmaz suikast iddiaları ortaya atılır, davalar açılır. 15 yıl süren suikast davasından sonra Süreyya’dan kalan miras, varisi olmadığı için kardeşi Bjan’ın not defterine yazdığı özel şoförüne kalır.
▪️Yazıma Mevlana Celaleddin Rumî Hazretlerinin asırlara damgasını vuran manidar sözüyle nokta koymak istiyorum..
“Ey zavallı insan, gurura, benliğe kapılma! Kar gibi yağıp yeryüzünü kaplasan da güneşin varlığıyla yok olup gidersin. “
Gül Gülasem Ateş