×

Kurumsal

Künye Kullanım Sözleşmesi Gizlilik Politikası Özel Üyelik

Haber Kategorileri

Gündem Ekonomi Sağlık Spor Türk Dünyası Kültür Sanat

Medya

Foto Galeri Web TV Canlı TV

Makaleler

Yazarlar Makaleler

Servisler

Seri İlanlar Firma Rehberi Biyografiler Nöbetçi Eczaneler Namaz Vakitleri E-gazete Faydalı linkler Puan Durumu Fikstür Anketler

Destek

Üye Ol Giriş İletişim

Gül Gülasem ATEŞ

ESKİ GÜNAHLARIN GÖLGESİ UZUN OLUR..!

ESKİ GÜNAHLARIN GÖLGESİ UZUN OLUR..!
 

 Aşırı sağcı politikacı Rasmus Paludan, bugün Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde POLİS KORUMASI EŞLİĞİNDE Türkiye'nin tüm uyarılarına rağmen provokatif eylemini gerçekleştirdi ve Kuran-ı Kerim yaktı. 

Rasmus Paludan, geçen yıl Stockholm'de bulunan Zayed bin Sultan Al Nahyan Camii diğer adıyla Stockholm Camii önünde, Uppsala kentindeki Kvarngrdet semtinde bulunan Uppsala Camii önünde de, son olarak Jönköping kentinde cami önünde Kur'an-ı Kerim yakarak, büyük tepki çekmişti. Paludan’ın eylemi sırasında İsveç polisinin güvenlik önlemleri aldığı ve müdahale etmediği görülürken, Eyleme Dışişleri Bakanlığımızdan sert tepki geldi. Bakanlıktan yapılan açıklamada "Ülkemizin tüm uyarılarına rağmen, İsveç’te bugün kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim’e karşı yapılan aşağılık saldırıyı en güçlü şekilde lanetliyor, Müslümanları hedef gösteren ve kutsal değerlerimize hakaret eden bu İslam düşmanı provokatif eyleme ifade özgürlüğü adı altında izin verilmesini hiçbir şekilde kabul etmiyoruz. Çünkü bu bir nefret suçudur. Bu aşağılık eylem aynı zamanda İslam düşmanlığının, ırkçı ve ayrımcı akımların Avrupa’da ulaştığı kaygı verici seviyenin de bir başka göstergesidir. İsveç makamlarını bu nefret suçunun failleri hakkında gerekli işlemleri yapmaya ve tüm ülkeleri ve uluslararası kuruluşları İslam düşmanlığına karşı dayanışma halinde somut tedbirler almaya çağırıyoruz" ifadeleri kullanıldı.

Peki bu İSLAM DÜŞMANLIĞI ilk defa mı yapılıyor tabiki hayır. Şimdi sizinle bugünkü  İSLAM DÜŞMANLIĞININ  mezarlığı olan tarihin tozlu sayfalarına, zulmün  hiç bir kelimeyle ifade edilmeyeceği, Komünist MOSKOF'un  pençe izlerinin silinmeye yüz tutmuş kadim topraklara bir yolculuğa çıkacağız.

 

TÜRK İSLAM DÜŞMANLIĞI..! 

Turan olarak bilinen bir büyük ülkenin, şimdilerde Emperyalizmin coğrafya algısına uyarak Orta Asya dediğimiz bölgenin asıl adı Türkistan. Bu adın uzun bir geçmişi var. Batısını Rusya, doğusunu Çin yutmuş. Batısını mikro milliyetçilik esasına dayalı isimler işgal ederek Türkistan adı unutturuldu.
İşte kolayca Orta Asya deyip geçtiğimiz, Ata yurdumuz Türkistan’ın hikayesi uzun, acılarla yoğrulmuş komünizm belasının kanattığı kanlı bir realitedir. Hazindir, insanın içi sızlar, boğulmuşluk hissi verir, mütemadiyen
yürekler paramparçadır.

Kimilerine göre uzaktır, kimilerine göre gözbebeklerinde aksi yansıyan kara sevda. Yürek yangınlarında kavrulmuş, çılgın nehrin çığlıklarına asılı kalmış duaların heybesinde sessiz çığlık, tutsak ülke Türkistan.

Ne yazık ki yıllarca kör ve dipsiz ŞAHMERANLARIN Çepeçevre kuşattığı labirentin içinde hapsedildi bu olgu. 
Kainatın ihtişamını yansıtan büyük ülkü kızıl elma ( Orta Asya ) Türkistan..


Silahların gölgesinde yankısı dağlardan sulara vuran çığlıklar katlanarak büyüdü de, öksüz kalıverdi nev - baharın tüm çiçekleri. Dünyanın orta yerinde tek başına, çırılçıplak, yalnız yapayalnız, yetim kaldı ana yurt yetim kaldı TÜRKİSTAN..


İşte bir zamanlar, eskimiş senelerin takvim yangınlarında kavrulan, buz gibi çılgın nehrlerin çığlıklarına terk edilmiş tutsak ülkeydi Türkistan.
İster sömürgecilik müstemlekecilik veya kolonyalizm diye betimleyin, ağızlarından hümanizm sözcüğünü düşürmeyen Avrupa kazıklı voyvodaları, karanlık sislerin arasında zulüm, barbarlık, vahşet yüklü gemilerle deniz aşırı ülkelere yaptıkları seyrüseferler de ambarlarında kan revan içinde dar ağacına asılmış kimliksiz- kimlikler taşıyorlardı. Afrika'da zencileri, Amerika’da kızılderilileri, Avustralya’da Aborjinleri tarih sayfalarından silerek uyguladıkları cebri asimilasyon, medeni ! Avrupa soylularının gösteriş kaynağı, dünyaya meydan okuyan övünme sebebiydi. 


Eski Kenyalı siyasetçi John Kenyatta Afrika kıtasında yaşanan trajedilerin başlangıcını kısa ve net sözlerle anlatır. “- Batılılar Afrika'ya geldiklerinde, onların elinde incil bizim ise topraklarımız vardı. Bize dinlerini anlatıp dua etmesini öğrettiler ve bizden gözlerimizi kapatıp dua etmemizi istediler. Gözlerimizi açtığımızda ise bizim elimizde İncil onların ellerinde bize ait topraklar vardı.”
Sömürenlerin sömürdükleri masum topraklara medeniyet götürdükleri safsatası, yeni kıtalara ayak bastıkları andan itibaren bir ölüm Makinesine dönüşen gasp silahıydı. Medeniyet çeşmelerinden irin aktı, kuyulardan su diye çekilen zehirdi.


LA MİS - SİON CİVİLİSATRİCE - Medenileştirme Misyonu

 Sözde Medenileştirme misyonu, özellikle 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar olan dönemde Batı Avrupalı sömürgeci güçlerin, Kendi dinlerinden olmayanları, putperest ve ilkel kültürler olarak algıladıkları ülkelere Batı medeniyetini yaymakla yükümlü olduklarını iddia etmeleriyle ortaya çıkan, askeri müdahale ve sömürgeleştirme faaliyetleri için kullanılan siyasi bir gerekçeydi
 LA MİS - SİON CİVİLİSATRİCE - Fransız sömürgeciliğini meşrulaştırmak adına Avrupa kültürünün en önemli ilkesi olarak kullanılırken, aynı zamanda İngiliz, Alman ve ABD sömürgeciliği için popüler bir gerekçeydi.
Emperyalist Rus Çarlığı'nın MOSKOF’un izlediği faşizan asimilasyon politika, vahşi Avrupa voyvodalarının yaptığı kıyımlardan farksızdı. Unutulmamalı ki 19 ve 20. .Yüzyıl, Ata yurdu Türkistanın kan gölüne döndüğü milli kimliklerin yakılıp küllerinin etrafa savrulduğu karanlık bir dönemdir. 
Rus ayılarının ( övgü değil YERGİ) işgal planlanlarını uygulamaya koyduğu süreçte, Milli birlik ve beraberliği, din kardeşliğini, sosyal dayanışmayı ve kaynaşmayı bozup, fitne ve tefrikalarla kendi içlerinde birlik oluşturamayan Türkistanlı soydaşlarımız, rüzgarın sesinin, suyun fısıltısının , ağaçların hışırtısının bile esir alındığı, bereketli toprakların ağıtlarıyla yıllarca yaşadılar. ŞİZOFREN moskof rejiminin politikası altında ezilmeye mahkûm bırakıldılar. Ulu Hakanların ZAFER çığlıklarının yankılandığı toprakları kahpece işgal ile yetinmeyen Ruslar, Türk milletini asimile etmek adına baskıcı bir siyaset ortaya koyup, dilini kültürünü özellikle toplumun manevi gücünü aldığı yüce İSLAM inancını ortadan kaldırmak için kadim coğrafyanın üzerine karabasan gibi çöktüler. Uyguladıkları zulüm çemberi iyice daraltılarak hırıltılı siyahi gecelerin koynunda bir milleti ve yüce dinini yok etmenin diğer adına avrupai meslektaşları gibi medenileştirmek dediler.

Korkunç yıllarda gülleri soldu güzel Türkistan’ın. Kobra yılanı güdümlü bir zalim kavmin, bir Tepegözün hegomanyası altında kaldı özgür yürekler. Kadim topraklar toza dumana karıştı, Ansızın karardı hava sonra sokak lambaları söndü. Sözcüklerin sessizliği içinde noktalar virgüller bile sus - pus oluverdi. Uzaktaki yıldızların titrek ışıkları altında yalın ayak prangalara vuruldu cengaverler.Volga, Amu derya, Siri derya feryad-u figan ağlarken, iniltiler Ural dağlarından, Hindikuş dağlarına kadar yankılanırken Tanrı dağlarında patlayıp, aksi seda ederken vaveylalar, yürek yangınları yarışa girmişti Fergana vadisinde. Tepegözler, Nemrut’lar, Firavun’lar binlerce yıl öncesinde yaşayıp öldüler mi ? zannediyorsunuz, ölmediler. Her yüzyıl da farklı kimliklerle insanlığa tebelleş oldular. Yaktılar yıktılar. Stalin, Marks, Lenin, Mao, adını almış insan şeytanları, tiranlar, komünizm denilen hayalî safsataya inanmış sergüzeşt beyinler, arzı endam ettiler kadim coğrafya’ya.

 

Büyük ideallerin, Kutsi zaferlerin, heyecanların önlerine set vurup, acımasızca masum canları infaz ederek, iman dolu yüreklere kelepçe vurdular. Akabinde yalnızlık kuşları havalandı, Ay karanlığa büründü, güneş balçıkla sıvandı, EZAN SESLERİ sustu, din adamları katledildi, yiğit adamlar işkencelere maruz kaldı, mezarlık duvarları dibinde kurşuna dizildi NAL SESLERİ, Ata yurdu susturuldu, Ata yurdu kana bulandı. Kızıl Ordu mensubu cellatlar Soydaşlarımızı doğradılar. Erkeklerin kollarını ve bacaklarını, kadınların göğüslerini kestiler. Çocuklar kör satırlarla parçalandı.Ve biz Hegemonik Rus işgali altında kalan soydaşlarımızı, güzel Türkistan'ı, bağımsızlık uğrunda dökülen kanları, yaşanan tarifsiz acıları gözlerimize mil çektiler de göremedik. Yok yok kandırıldık sakladılar Moskofun yaptığı mezalimi. Zulme çanak tutan tüm tiranların unuttuğu bir şey vardı, Türk Milleti İslamla şereflendirilmiş Ümmeti Muhammed’di. 
Kadim Türk yurdu Türkistanın ölüm döşeğinde son nefesini verdiği düşünülürken, o biiznillah aydınlık yarınlara, umutlara gebeydi. Allâh’ın rahmetinin kemâli ve kerem deryasının dalgalanması neticesinde her çorak yere yağmur yağacak her susuz toprak suya kavuşacak, elbet sabah olacak, elbette denizlerin, düzlüklerin üstünde güneş gibi doğacaktı KIZIL ELMA. Evet KIZIL ELMA, kainatın ihtişamını yansıtan büyük ülkü. Demir dağı eriten yürek yangını, Ergenekon - kaybedilmiş eski yurdu geri alma hedefi. Kimilerine göre çok ırak, kimilerine göre gözbebeklerinde aksi yansıyan kara sevda. Yiğit Alperenlerin İman dolu yüreklerinde tekbir sesleri, Asya bozkırlarında her bir zerreyi yeşile boyayan NAL izleridir KIZIL ELMA. 


               

Özgürlük adına tüm yaşananları öteleyecek, zulme dur diyecek bir güç gerekliydi. Bu sınır tanımayan tüm kâinatı idare eden bir güçtü. 
Alemlerin Rabbi yüce Allah diledi ve oldu, bir batında onlarca devlet doğdu. Doğduklarında da Ulu DEDE KORKUT ezanla, kametle koydu isimlerini. 
Ve dedi ki
 “KARDAŞ ARKA DEMEKTİR..”

Sonrasın da, tekbir sesleri yükselirken semaya gökyüzü çoktan belirlemişti, kıyamete imza atacak sancağı. 
Ledünni bir karar alınmış, ay ile yıldız, Dede Korkut’un dediği gibi arka olmuş, kardaş, eren’lere yoldaş, ülküdaş olmuşlardı. 
Onlar Türkistan pirlerinden dua alan, himmetle bütün belaları savmaya görevli Alperenler, mücahitlerdi. Çölleşmiş yüreklere sağanak sağanak inen rahmet yağmurları oldular. 
Tevrat’ta incilde müjdelenen, Cebrail’le (as) Mikail’le ( as) desteklenen alemlere rahmet olsun diye yaratılmış, efendiler efendisi Muhammed Mustafa’nın (sav) emaneti  yıldız tozlarıyla, kararan simaları aydınlatıp yeryüzü coğrafyasının her karesine gönül erlerini serptiler....


Dalga dalga büyüdüler, dalga dalga yürüdüler. Onların yüreklerinde ne “cennet sefası” nede “Cehennem korkusu” vardı. Onlar sadece ve sadece Allah rızasını gözetip Allah'ın rızasını tercih ettiler.
Onlar Yesi dağlarından esen rüzgâr, Piri Türkistan, Hoca Ahmet Yesevi’nin Alperenleriydi. Onlar göklerin rahmetle kuşattığı dergâhlarda yetişen yürekler kahraman İslam fedaileriydi. Onlar doğunun ve batının buluştuğu, Horasandan, Buhara’ya, Semerkand’a, Hive’ye, Taşkent’e Hokand’dan Anadoluya kadar uzanan nur meşaleleri, onlar ateşte yanan Muhammedi güllerdi.
Horasanda Hacı Bektaş Veli ve Lokman Perende hazretleri Alperenlere yoldaşlık yaparken, nehirler taşmış sel olmuş, göklere yükselen vaveylalar cevap bulmuştu. Âlemlerin Rabbinin merhameti Maveraünnehir den akmaya başlamıştı. 
Derler ki Maveraünnehir İpek Yolu’nun bedenindeki asil gövde, maneviyatta sır kapısıdır. Yine derler ki Maveraünnehir (nehrin öte tarafında bulunan ülke ) kâmil insanın kalbi, kâmil insan Maveraünnehir’in Hira’sıdır. Maveraünnehir, bereketin ötesi, aşkın kaynağı maneviyat denizidir. Bu denizde, mercanlar, yakutlar, inciler çıkmıştır.
Kâh isimleri
Bahâeddin Nakşibend, Seyit Emiri Külal, Mercek Baba, Yusuf Hemedani, kâh Muhammed Baba Semmasi, Abdulhalik Gücdevani, Alaeddin Attar olmuş ve etrafa nurlar saçılmıştır..
Kolay değildir dünyanın şaşasını elinin tersiyle iti vermek. Yüce gönüllü Alperenler, toplumun mayası olan sevgiyi, hoşgörüyü, şefkati, adaleti, dengeyi, sorumluluğu ve aklıselim - kalbiselim olmayı insanlığa göstermek adına Allah rızası için besmeleyle yola çıktılar. Tekbir sesleriyle Ana yurttan yeryüzüne bir atlas çarşaf gibi yayıldılar. Onlar, simsiyah gecelerde; uyku bile uykudayken, yürekleri uyanık, Rabbul Âleminin özel seçilmiş kullarıydı.

Sosyalizm belası adı verilen zelzelenin, samyeli denilen rüzgârıyla, yanmış kavrulmuş FERGANA VADİSİNDE rengârenk çiçekler açıyorsa,  çiçekleri açıyorsa Fergana’nın, KAMİL İNSANLARA  vatan olmasındandır.


 Taşkent, Buhara, Semerkant veya Fergana. Adı ne olursa olsun, bilgeliğin büyük damarları, arzın yüreği olan Kâbe’den kaynar. Ve akar, akar Anadolu da deniz olur okyanus olur. 
Gönül erlerinin isimleri değişkendir, kâh Hacı Bayram Veli olur, kâh Seyda Muhammed Raşit, kâh Mevlana Celaleddin Rûmi - Şems-i Tebriz’i,
Kâh Kurtboğan Hamza olur da oğlu Fatih Sultan Mehmet’e hoca olup Akşemseddin diye lakap bulur. Somuncu Baba olur, yürek ateşin de pişirdiği ekmekleri dağıtır. Şahı Hazne olur, İbrahimi davetin adresini belirler. Yüreklerin mihenk taşı Gavs-ı Kasrevi olur, Seyda olur, bataklıkları gül bahçelerine çevirir. Sonra Gavs-ı Sani olur, Alem onun zamanında irşad bulur.

Artık menzil belirlenmiş meşale tutuşmuştur.
 Ve kıyamete kadar ANADOLU kıyısız rahmet denizidir. 
Maveraünnehir, nehrin sadece ötesi ve bereketi değil, kadim toprakların manevi sanata yolculuğu, Anadolu’nun diğer adı ve yakasıdır. 
KIZIL ELMA, üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, on sekiz bin alemin tek sahibi Allah'ın (Azze ve Celle ) dininin ve tevhid inancının yüceltilip yaygınlaştırılması yolunda gösterilen

gayret - İ'lâ-yi Kelimetullah, gölgesinde mazlumların serinlediği ulu çınar, Malazgirt'ten 15 Temmuz'a destanlar yazan AZİZ TÜRK MİLLETİNİN kutlu yürüyüşü, Ümmeti Muhammedin hasretle beklediği büyük ve güçlü Türkiye, KIZIL ELMA, güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar olan tüm cihandır..

Gül Gülasem Ateş

YORUM YAPIN