Sevgili okurlar bugün siyasete bulaşmayacağım, siyasi bir konuda da yazmayacağım. Eskilerin tabiri ile içtimai bir konudan, bir çok münevverin rahatsız olduğu bir hadiseden bahsedeceğim. Bir merkezden yönetilen Cuma vaazları, televizyonlarda yapılan dini konuşmalar, İslam dini üzerine yapılan tartışmalar ve kafaların karışması…
Bir kıssayla başlayalım her zamanki gibi ve onun üzerinden konuşalım yine.
Vakti zamanında kasabanın birine yeni ve cevval bir imam tayin olunur. İdealist genç imam cemaatin karşısına çıktığı her konuşmasında sosyal konulardan bahsetmeye gayret eder. Fakat cemaat önceki hocalar ya da vaizler tarafından eften püften masallarla uyutulduğu, düşünmeye sevk edilmediği, böyle sosyal ve kendilerine adeta yük olan konulardan bahsetmediği için ya esnemeye, ya yanındaki ile sohbete ya da çekilip gitmeye başlarlar.
Hoca ne zaman vaaz ve nasihat etmeye, sosyal konulardan bahsetmeye başlasa cemaat sıkıldığını, bu tür konuları dinlemek istemediklerini çünkü böyle meselelerinin olmadığını zannettiklerini ifade eden tavır ve davranışlar sergilemeye başlamışlar.
Yine bir gün hoca vaaz etmek için kürsüye çıktığı zaman cemaat aynı tavırlarla niyetlerini ortaya dökmüşler. Bu işten iyice sıkılan hoca hemen sözünü kesip yeni bir şey hatırlamış gibi sesini biraz daha yükselterek.
“Ey cemaat şu konuda sizin de fikrinizi almak isterim. Adamın birinin çok sevdiği ve özenle beslediği bir horozu varmış. Bu horoz bir gün hastalanmış. Adam kesmeye kıyamadığı için fakir bir komşusuna vermiş ve al sen kes ve ye ben kıyamıyorum demiş. Ancak komşu horozu kesmemiş. Bir kenarda beslemiş. Horoz hastalığından kurtulup eski güzel günlerine dönmüş ve yine uzun uzun ötmeye, ortalıkta dolaşmaya başlamış. Tabi ilk sahibi bunu görünce hemen komşusuna “Ver horozumu o benim” diyerek tarizde bulunmuş. Komşu da horozu sen bana kes diye vermiştin. Sayki kestim”
Hoca merakla dinleyen cemaatin dikkatini topladıktan sonra susuvermiş burada. Tabi cemaat hemen sormuşlar. Hocam horoz kimde kalmış. Hocanın sustuğunu görünce kendi aralarında konuşmaya başlamışlar. Yüksek sesle horozun kimde kalması gerektiğini bir yarım saat kadar tartışmışlar.
Hoca bunları böylece dinledikten sonra yine sesini yükselterek herkesi susturmuş ve “Aşk olsun size vallahi üzüldüm ve acıdım halinize. Günlerdir ailenizle, dostlarınızla, ticaretinizle, imanınızla, ahlakınızla, ahkamınızla ilgili sosyal meselelerde bir sürü konudan bahsetmeye çalıştım. Sizleri sosyal konularda ikaz etmeye, hatırlatmalarda bulunmaya çalıştım ama şu horoz meselesi kadar ilgi çekmedi. Yazıklar olsun bana ki sizi eğitememiş, size gerçeği anlatamamışım. Bundan sonraki gayretim bıkmadan, usanmadan gerçekleri size anlatmak olacak” der.
Günümüz camilerinde Cuma vaazlarında cennet ve cehennemden başka ne anlatılıyor söyler misiniz? Cennetin, altından ırmaklar akan köşklerini kaç kez duyduk değil mi? Peki bu köşklere girmenin yollarını ne kadar anlattılar? Her miraç gecesinde göğe yükseliş anlatılır. Ancak peygamberin aile hayatından, eşlerine olan tavrından, kadınlara, çocuklara verdiği değerden ne kadar bahsedilir?
Hazreti Peygamberin bir rivayete göre yüz elli bin kişiden fazla olan bir topluluğa irad ettiği veda hutbesi insanlık tarihinin en mükemmel hitaplarından biridir. Paragraf paragraf sosyal kuralları, toplu yaşamanın temellerini ve uyulması gereken ahlaki, vicdani ve imani kaideleri sıralar.
Sadece Veda hutbesinin fasıl fasıl camilerde ele alınması, sosyolojik olarak anlatılması aylar sürer. Şu konu ne kadar ehemmiyetlidir. Çağımızda hala bu konudan muzdaripolan insanlar mevcut. “Kan davaları ve adaleti şahsen yerine getirmek yasaktır” Sadece bu cümle bile incelendiği zaman başlı başına sahifelerce kitap yazılabilir, saatlerce, günlerce sohbet edilebilir.
Peki ya kutsal kitabımız Kur’anı Kerimde bulunan sosyal konulara ne demeli? Hangimiz ve kaç tanemiz bu sosyal konuları inceleyen, anlatan ayetleri okuyup hayatımıza uyguluyoruz. Kadın haklarından alenen bahseden ayetlerden kaçımız ders alıyoruz. Şayet toplum olarak bu konuları layıkıile işlemiş, öğrenmiş, incelemiş olsaydık acaba kadın cinayetleri bu kadar artar mıydı? Haksızlık, irtikap, faiz, yalan, ticarette hile, tartıda hile ve düzenbazlık, aldatma, soygun, dolandırıcılık, kital ve benzeri bütün hadiseleri göz önüne getirdiğimiz zaman, Kur’an-ı Kerimi anlayarak okuyup, hayatımıza mezcetseydik acaba yukarıda saydıklarımın hangisi hayatımızda bizimle beraber yaşardı.
Yapılan istatistiki araştırmalarda metropol şehirlerde bir dakikata işlenen cinayet, tecavüz, saldırı, soygun ve benzeri hadiseler anlatılıyor. Acaba insanların ruhlarına inen, eğitim içeren, sosyal konuları irdeleyen meseleler konuşulsaydı bunlar çoğalır mıydı, azalır mıydı?
Kur’anı Kerimdeki sosyal meseleleri anlatan ayeti kerimeleri incelediğiniz zaman her birinin birer derya olduğunu görürsünüz. Bütün bunlar dururken bir takımkonuşmacıların günü kurtarmak adına yaptıkları konuşmalar, anlattıkları masallar toplumu eğitmek yerine uyuşturmaya devam etmektedir.
Birde kafa karıştıranlar var. Sünnetin olmadığını iddia edenler, peygambere karşı savaş açıp ileri geri konuşanlar var. Birileri çıkıp mübarek gecelere kafayı takar, birileri çıkıp kürsülerden peygamberin hadislerinin uydurma olduğunu yazar, birileri çıkıp miraç hadisesinin olmadığını söyler, birileri çıkıp Kur’anı Kerim ayetlerinin eksikliğinden bahseder.
Tarihin her döneminde Müslümanların içinde bu tür sapık, düzensiz, sergerde, ahlaksız, iz’ansız ve imansız insanlar mevcut olmuştur. Bunlara söylenecek tek şey tıpkı Hazreti Ali efendimizin verdiği cevap gibi olacaktır elbette.
Hazreti Ali efendimize gelip birileri sormuş, “Ey Ali bu kadar ibadet ediyor, bu kadar yalvarıyor, yakarıyor, namaz kılıyor gözyaşı döküyorsun. Ya ahiret dediğin yer yoksa, ya bu emeklerin boşaysa”
Hazreti Alinin cevabı,
“Yoksa benim bir kaybım yok. Ya varsa? Ki var ben buna iman ediyorum. O zaman siz ne yapacaksınız?”
Diyanet işleri başkanlığına buradan çağrı yapıyorum. Ailelerin parçalandığı, kadınların öldürüldüğü, hayvanlara eziyetin had safhaya çıktığı, yalan, dolanın ortalıkta kol gezdiği insanlığa daha ne kadar masal anlatmaya devam edeceksiniz?
Halkın vaktini asılız lafla almanın maddi ve manevi vebalini bilenler için bu gerçekten mühimdir. Onun için Kur’anı Kerim TAHA suresinde bütün insanlığa açıklanan şu gerçeği göz ardı edemeyiz.
“O gün Rahmanın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başka bir fert şefaat edemez.”
Şefaatin olmadığını savunanlara da bir cevap olsun bu ayeti kerime.