×

Kurumsal

Künye Kullanım Sözleşmesi Gizlilik Politikası Özel Üyelik

Haber Kategorileri

Gündem Ekonomi Sağlık Spor Türk Dünyası Kültür Sanat

Medya

Foto Galeri Web TV Canlı TV

Makaleler

Yazarlar Makaleler

Servisler

Seri İlanlar Firma Rehberi Biyografiler Nöbetçi Eczaneler Namaz Vakitleri E-gazete Faydalı linkler Puan Durumu Fikstür Anketler

Destek

Üye Ol Giriş İletişim

Yusuf DURU

BÜTÜN MESELE MİLLİ BİR KÜLTÜR POLİTİKAMIZIN OLMAYIŞI

ÖNEMLİ NOT : Bu yazıyı kaleme aldığım zaman orman yangınları başlamamıştı. Şu anda ülkemin Batı Bölgesinde bir çok noktada aynı anda başlayan ve belli mihraklar tarafından suikast olarak eş zamanlı organize edilen bu yangınların müsebbibi kimse, onları destekleyen, onlara yandaş olan, içten içe sevinen, bu yangınlarda en küçük dahli olan, parmağı olankim varsa en kısa sürede devletin ilgili mercilerince bulunup gerekli işlemin yapılmasını istiyoruz. 

Geçmiş tarihlerden birinde bir konferansım esnasında dinleyenlerden bir genç ayağa kalkarak şöyle bir soru sordu. “Hocam, bizim millet olarak milli bir kültür politikamız varmı?”

Gerçekten önemli ve benim için hayli zor bir soru olmuştu bu. Çünkü milli bir politikamız var desem hemen arkasından ortalıktaki bu karmaşa ne diye soracaklardı. Yok desem o zaman neden milli bir kültür politikası oluşturulmadı, bu gençler, bu nesil, bu halk neden başıboş bırakıldı tarzında bir soru gelecekti. 

O gün o soruyu bir şekilde cevapladım ama konunun vehameti içimi kemirdi yıllarca. Gerçekten bize ait milli bir kültür politikasının varlığını nasıl ortaya koymalıyım, ya da koymalıyız bunu hep düşündüm durdum. 

Kültürle alakalı konuşmaya başladığımız zaman menfi sayısız başlığı ortaya koymak mümkündür. Aklıma geliverenler, okul, öğrenci, eğitim sistemi, müfredat, öğretmen, bilgi, üniversitelerde verilen bilgi, ahlak, terbiye, doğru kaynak, doğru bilgi, doğru cümle, yerli öğretmen, yabancı öğretmen… daha yüzlerce başlık sıralayabiliriz. 

Peki bunları ilgili ve yetkili merciler görmüyorlar mı? Elbette görüyorlar. 

Bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar. 

E madem biliyorlar ve görüyorlarsa neden tedbir almıyorlar? İşte burası büyük bir muamma. 

Sevgili dostlar milletin tarifi yapılırken, literatür ifade ile dil, din, ırk, ideal birliği olan, aynı bayrağın altında aynı davaya inanmış insan topluluğuna millet denir diye yıllarca bize öğretildi. Tabi bu kavramın içi zaman zaman farklı tanımlarla da dolduruldu. Kan, dil, ırk birlikteliği olmayan insanların da aidiyet noktasında bir sıkıntıları yoksa ve içinde bulunduğu milletle aynı ideale inanıyorsa onlarda o millettendir gibi bir sürü tanım eklendi. 

Ancak unutulan en önemli husus tarih süzgecinden imbiklenerek gelen bir kültür birikiminin göz ardı edilmemesi gerektiğiydi. Biz bunu unuttuk ve bu birikimi hep göz ardı ettik. Bu yüzden maalesef ahlak sükut etti diye terennüm etmekteyiz. 

Bir ağacı düşünelim. En üst noktasındaki yaprak rahatsızlandığı zaman onu besleyen köke kadar inilmelidir bu rahatsızlığın sebebini bulmak için. Şayet kökte meydana gelen bir araz varsa, ağacın en üst dalında ve en uç noktada bulunan yaprak titrer, sararır, hastalanır ve bir müddet sonra da yok olur gider. 

İşte kültür meselesi de bu kadar hassas ve önemli bir meseledir. Özellikle de yetişmekte olan nesle aşılayacağınız, onları bir ideal etrafında toplayacağınız, onlara bir hedef göstereceğiniz milli bir kültür anlayışınız yoksa, ortada kalan malı sahiplenen çok olacağı için gençleri, nesli, insanımızı kaybetmemiz çok kolay olacaktır. 

Diyebilirsiniz ki hocam çok büyütmediniz mi? Bu kadar abartılacak nasıl bir durum olabilir ki? 

Peki o zaman şu sorulara bir cevap bulalım isterseniz. 

1. Tüm dünyayı kastederek söylüyorum. Kurulan labaratuvarlarda, yapılan araştırmalar, ilmi çalışmalar, kültürel çalışmalar, kendilerine göre belirledikleri gaye uğruna milli birlik ve beraberliklerini diri tutmak için yapılan yatırımlara karşı, ülke ve millet olarak Türkiye’nin aldığı tedbirler varmı dır? Varsa nelerdir?

2. Efendim biz bu gelişmeleri takip ediyoruz, bu gelişmeler doğrultusunda bizde yatırımlar yapıyoruz diyebilirsiniz. Peki yıllarca patent yatırımı yapan devasa firmalar kazandıkları onca para ile yeni araştırma tesisleri mi kurdular yoksa yatırım yaptıkları patentlerin ürünlerini taklit ederek, taklitçi bir zihniyetle para kazanmaya devammı ettiler?

3. Tüm dünyada yaşanan ahlaki bir çöküntü ve erezyonsöz konusu. Biz bu çöküntüye, erezyona karşı neslimizi, milletimizi korumak için devletimizin aldığı ne gibi tedbirler var? Ayrıca biz sürekli artarak devam eden bu ahlak çöküntüsünün neresindeyiz? Ne kadar etkilendik veya etkileniyoruz?

4. Geleceğimiz olan gençliğimizi nasıl yetiştiriyoruz. Hangi evsafa göre müzeyyen kılıp, hangi konularda onlara zihni, ruhi, bedeni, ilmi, ahlaki yatırımlar yapıp, yaptırımlar uygulayıp, sonuçlarını nasıl alıyoruz? Gençliğimiz nerede?

5. Milli ve ilmi kurumlarımızın, dünyadaki benzerleri ile mukayese edildiği zaman güçleri nedir? Nerededirler?

6. İnancımızın temellerine dayanan kültürel varlığımız içinde yetişmekte olan neslin önce inancımıza, inancımızdan beslenen milli kültürümüze ve varlığımıza, tarihi bilgilerin doğru bir şekilde öğrenilmesine yönelik çalışmalarına ne kadar vakıfız? Gençlerimize, neslimize doğru bilgiyi doğru kaynaktan doğru cümlelerle verebiliyor muyuz?

 İstiyorsanız bu soruları daha da çoğaltabilirim. Ancak konumuz milli bir kültür politikamız varmı sorusundan yola çıkarak maalesef kanayan yaramıza parmak basmak olduğu için bu kadar yeterli diyorum. Önce bu sorulara doğru cevabı bulmamız gerek. 

Bizim milli bir kültür politikamız maalesef yok. Öyle olsaydı milli dediğimiz ama millilikten çok uzak eğitim sistemimizin aksayan yönlerini tespit ederek onu millileştirme yolunda emin ve büyük adımlar atabilirdik. 

Mamafih değişen her Milli Eğitim Bakanı ile sistem değişmez, çocuklarımızın aklı ve geleceği karmakarışık hale gelmezdi.

Peki hep eleştiriyoruz, hep menfi yönlerini ortaya koyuyoruz. Bunun karşılığında bir çabamız varmı? Yani düzeltilmesi gereken bu sıkıntılı duruma bir çare, öneri ya da çözüm yolunu gösteren bir fikrimiz varmı? 

Bu da ayrı ve çok ciddi bir problem. 

Biz sadece eleştiririz, çareyi birileri üretsin zihniyetinin temelinde de kültürsüzlük, millilikten uzak bir anlayış ve aksaklık yatmakta değil midir? 

Geçmişin izlerini silmek için gösterdiğimiz o yoğun çabayı, geçmişin faydalı izlerini daha derin bir halle belirlemek için harcasa idik sanırım bugünkü tiktok, instagram, facebook nesli ortaya çıkmamış olacaktı.

Ama hocam sizde teknolojiye karşısınız. Onlar çağın gerekleri. 

Doğru evladım. Çağın gerekleri. 

Henüz beyaz gelinliği üzerinde iken düğün salonlarında evlendiği erkekler birlikte tüm misafirlerin gözü önünde şuh bir eda ile gerdan kırıp, bel kıvırmak ta çağın gereği mi?

Yaşı başı kemalata ermiş, artık belli bir olgunluğa ermiş insanların cep telefonlarında çektikleri ve onların adına bizim utandığımız çeşitli hallerini milyonlarca göze hiç hicap etmeden sergilemeleri de çağın gereği mi?

Geleceğin anne adayı olan genç kızlarımızın büyük bir marifetmişçesine telefonlarının kameralarını açarak cümle aleme galiz küfürler etmeleri ve bununla da gurur duymaları da çağın gereği mi?

Ancak eşi ile yaşayabileceği en mahrem ilişkileri gözler önünde sergileyerek, adına medeniyet, modernlik ve çağdaşlık diye bir yafta tutturanların icraatları da çağın gereği mi? 

Sayayım mı daha evladım.

İşte tüm bunların hepsi “Milli bir eğitim politikamız” ınolmayışı ve neslimizi maalesef milli bir şuurla yetiştiremeyişimiz. 

Milli Eğitim politikamızın dayandığı yegane temel son elli yıldır saldım çayıra Mevlam kayıra anlayışı olduğu için, aslında edebiyata merakı ve yeteneği olan gençlerin matematikçi, resme yeteneği olan gençlerimizin gemi mühendisi, müziğe yeteneği olan gençlerimizin ziraat fakültesi toprak bölümü mezunu olmaları hep bu politakının, bu milli anlayışın, olması gerekenden çok daha tutarsız ve temelsiz olmasından dolayı değil mi?

Artık çocuklarımız ya topçu olmayı, ya da popçu olmayı tercih ediyorlar. Neden mi? Çünkü her ikisinde de çok kısa sürede çok büyük paralar kazanma, lüks içinde yaşama, hesapsız bir harcama ve kontrolsüz bir hayatın albenisi göz kırpıyorda ondan. 

Örnek mi istiyorsunuz? Alın size çeşitli yarışmalarda sesiyle, fiziğiyle öne çıkan genç kızlarımızın ve delikanlılarımızın düştüğü kültürsüzlük, şükürsüzlük, idealsizlik, ahlaksızlık girdabında sergiledikleri çırpınışları. 

Ne diyordu üstad Merhum Necip Fazıl Kısakürek, Muhasebe şiirinin bir bölümünde durumun vehametini bakın nasıl anlatıyor. 

Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem! 

Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem,

Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları,

Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları.

Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim; 

Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim! 

Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş! 

Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş...

Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım! 

Mukaddes emanetin dönmez dâvacısıyım! 

Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana;

Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.

Durum gerçekten çok vahim dostlar. Ne dinini tam olarak biliyor yetişen yeni nesil, ne kültürünü, ne dilini, ne idealini, ne inancını, ne ahlakını, ne milliyetini, ne mensubiyetini, ne anasını, ne atasını, ne tarihini… 

Tüm bunlardaki aksaklık ve bilgisizlik sebebiyle geleceğini de doğru bir şekilde planlayamıyor. Böylece heder olup gidiyor. Allah sonumuzu hayreylesin. 

Yusuf DURU

 


YORUM YAPIN