×

Kurumsal

Künye Kullanım Sözleşmesi Gizlilik Politikası Özel Üyelik

Haber Kategorileri

Gündem Ekonomi Sağlık Spor Türk Dünyası Kültür Sanat

Medya

Foto Galeri Web TV Canlı TV

Makaleler

Yazarlar Makaleler

Servisler

Seri İlanlar Firma Rehberi Biyografiler Nöbetçi Eczaneler Namaz Vakitleri E-gazete Faydalı linkler Puan Durumu Fikstür Anketler

Destek

Üye Ol Giriş İletişim

Arayan nihayet bulur. Kurtuluş sabırdan doğar.

Selâm olsun,

“Hiçbir yol tarifle gidilmez.” demişsiniz. Sanki bir yol temeli atmışsınız gözbebeğimin en kuytu arsasına. Ve yine sanki “gördüğünde göreceğin de senin aynandır” demişsiniz gözlerime. Kolaya mı kaçıyoruz biz? Kılavuz bizi alsın, götürsün, alemlerdeki izleri tek tek işaretlesin ömrümüze diye isterken? İnsan ne istediğini nasıl bilir?

Yolların verdiği huzuru zerrece bulamadım hiçbir yerde.

İçime dağlar çizerim, gece gündüz İbrahim gibi gökleri seyreder dururum.

Âsa bulurum, Kızıldeniz’de Musa bulamam.

Karun kadar zengin cümleleri olan kitaplar okurum, yerin dibine batanı anlayamam.

Kenan diyarını bilmem, Yusuf’a sarılırım.

Yakub’u göremem, yaşları dudaklarıma değer.

Rüya gördüğümü düşünür; biri beni uyandıracak diye öylece yol kenarlarında ağaç altında uyurum.

Kitapların sayfalarında bile bir gölge arıyorum; insana benzeyen. Kütüphanedeydim, bir kitap kalmış masanın üzerinde,gayri ihtiyarî aldım elime. Sanki bi hareketlenme oldu sayfaların arasında ve küçük bir nota rastladım inci tozuyla yazılmış;

“Yol, nasıl yoldur? Gidenlerin ayak izleri ile dopdolu bir yol.

Dost nasıl dosttur? Rey ve tedbir bakımından merdivene benzeyen,seni aklı ile her an irşad edip yücelten dost..”

Bir harfe tutundum, kapıyı araladım. Yöneldim içerisine, en içten içeriye. İçeride bir ayna. Aynada ben. Ayna da çıkmaz sokak. Bu yolun sonu nereye çıkar diye düşünürken, yolda kalan ben. Bakıştık; ben ve kendim.

Zat-ı âliniz yazmış ki; “Yolun sonunu değil, yolculuğun halini, yolculuğun gerekliliğini ve yolda oluşabilecek ihtiyaçlar hakkında ki tüm bilgilendirmeleri, kendimize yoldaş edinebiliriz.” Okudum ve bir de ne göreyim; üzerimde terastan bakan birçok yıldız gözlü adam var, sesleri arştan arza gezerken bir de seslerinin toprak rengi var. Üzerime kristal tanecikleri gibi düşüyor. İnsan her çıkmazında bir başka yüzüyle karşılaşıyor. İçimizde ne çok “ben” var. Az önce içimden bir Ben’i daha çıkardım. Sonra dışarıya çıktım. Dünyayı hapsettim; “bu sefer parmaklıklar içinde olan sensin Dünya! Benden bu kadar” dedim. Dedim çünkü dünya cennetten dar. Avuç içimde hâlâ sevdiğimin kokusu var. Cami avlusunda Yusuf’a sarılırım; gömleği yeşil, gözleri de. Bir daha derim ; “Dünya bak işine, benden bu kadar! Davud’un ses telleri benim yârimde var.”

Yine zat-ı âlinize müteşekkirim ki bir kâğıda Can Yücel’den yazdınız;

"Bir gün kaldığın yerden başlayacaksın

Biri seni bulacak...

Önce korkacaksın eski acılara yakalanmaktan

Biraz ürkeceksin!

Ne kadar dirensen de nafile...

İnsansın sonuçta, seveceksin…

Eski acılara bakıp da küsme sevdalara...

Gâvura kızıp da oruç bozulmaz!

Sök at kafandan acabaları!

Bir kemik aynı yerden iki defa kırılmaz..."

Bir çıkmaz sokaktan daha çıkıyorum şimdi, elimden tutan bir kız var. Bir sonraki mektupta ondan bahsedeyim. Şimdi telefon gelmesini beklemeye gitmeliyim. Zat-ı âliniz çok yaşasın.

Habibe Remle

YORUM YAPIN

haber yazılımı | Copyright © 2024