1. Bölüm
Bugün edeple ilgili bir yazı yazalım diye düşündük. Ancak herkesin dokunduğu, parmak bastığı ya da dikkat çektiği türden bir yazı olmaması içinde hayli kitap karıştırdık.
Tanımı çok kolay, Bütün hallerde alışkanlık ve adetlerde, kısaca ahlakın her bölümünde iyilik üzere bulunmaktan ibaret hallerin tamamına Edep deniyor. İnsanı her türlü hatadan koruyan bilgi, prensip ve kurallar bütünü. Kurallar deyince lütfen yanlış anlamayın. Yaptırımı olan kurallar değil. İnsanın vicdanı bünyesinde uyması gereken, uyarsa kazandığı, uymazsa yine vicdan mesabesinde kaybettiği kurallar bütünü.
Ruhen olgunlaşma ve bütünleşme, büyüme edeple mümkündür. Edebi terketmiş, edepten uzaklaşmış kişi büyük bir ilim sahibi bile olsa herhangi bir kıymeti harbiyesi yoktur. İnsani üstünlüğe ve ruhi olgunluğa kavuşamaz.
Kıymetli okurlar. Nasıl ki hayatımızı devam ettirmek, bedenimizdeki gücü yerinde tutabilmek için çeşitli gıdaları almaya, yemeye ve içmeye muhtaç isek, ruhun olgunlaşması, beynin kemalata ermesi ve kalbin mutmain bir kalp olabilmesi için de edebe ihtiyacımızın olduğunu inkar edemeyiz.
Tarihin her devrinde edepliler ve edepsizler vardı, var olaya da devam edecekler. İslam’dan önce edep deyince sevgiye müteallik ahlaki bir hal olarak algılanan ve yaşayanları, yaşadıkları toplum içinde yücelten bir değer olarak bilinir ve uygulanırdı. Ancak zaman içinde felsefi akımlar, açıklamalar, fikir karmaşaları ortaya çıkınca edeple ilgili de çeşitli sıkıntılar, kavram kargaşaları, tahrifatlar meydana geldi ve asli mecrasından çok uzaklaştırıldı.
Ancak ne vakit Alemlere rahmet olarak gönderilen Hazreti Ahmet aleyhisselam yeryüzüne teşrif ettiler, işte o vakit edep, Cenabı Allah’ın (celle ve azze) kullarına bahşettiği asli hüviyetini ve yerini buldu, yeniden canlandı ve müşahhas örnekleri, tarifleri ile insanlık tarihindeki yerini kıyamete kadar değiştirmemek üzere aldı.
Bizde yani yaşadığımız ülkede edebin tanımı asırlara müteallik bir konuma oturmuş ancak kimileri bunu yanlış anlamış, anlamaya devam etmektedirler.
Biz bu yazımızda edebi bazı başlıklar altında inceleyelim istedik.
Birincisi;
SİYASİ EDEB : Sözde demokrasinin yaşandığı tüm ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizde de demokrasi adı altında bir olgunun varlığından söz etmek mümkün. Buna bağlı olarak da kurulmuş siyasi partiler, amaçları doğrultusunda siyaset yapmakta, faaliyetlerini icra etmektedirler. Buraya kadar herhangi bir sıkıntı yok. Elbette demokrasinin gereği ne ise o işleyecek ve icra edilecektir. Ama doğru bir şekilde.
Ancak parti sözcüleri, parti liderleri ya da gündem oluşturmuş bir konu ile ilgili konuşma yetkisi verilmiş milletvekilleri, halkın önüne çıkıp, mikrofonu eline aldıkları andan itibaren sanki içlerindeki canavarın ortaya çıkmasına mani olamıyorlarmışcasına büyük büyük kelimeler, nefret dolu yüz ifadesi, tertipsiz, düzensiz hatta vicdansız cümlelerle rakiplerini yermekten, eleştirmekten, içlerindeki kini dökmekten, kullandıkları ifadelerle gerçek yüzlerini göstermekten asla imtina etmiyorlar.
Bunu herhangi bir partiyi ya da parti mensubunu kastederek söylemiyorum. Hepsi aynı. Hepsi halka hizmet etmek yerine, kendilerine tevdi edilen görevi bi hakkın yapmak, layıkıyla icra etmek yerine; yekdiğerini yeren, eleştiren, hatta yerden yere vurup hakaretamiz ifadelerle adeta bir gladyatör gibi hırpalamaya, saf dışı bırakmaya yönelik konuşmaktan asla imtina etmiyorlar.
Ülke yönetmek, ülkede yönetime aday olmak, seçilmiş bir siyasi kişilik olarak halka ve halkın değerlerine hizmet etmek gerçekten çok zor. Hele bizim ülkemizde bu çok daha zor. Bu değerleri bilmiyorsa, bu değerlerin yerine kendi şahsi ihtiraslarını, vermesi gereken hizmetin önüne geçiriyorsa ve bunu da ifade ederken edepten, ahlaktan, ahkamdan, toplumun değer yargılarından uzaklaşıyor, siyasi edepsizliğin ortaya çıktığı ortamı oluşturuyorsa işte o vakit öyle büyük zararlar veriyor ki hem ülkeye, hem kendisine tarifi çok zor.
Zararı yine kendisini seçen halka dokunuyor. Çünkü zamanı geldiğinde bulunduğu yerdeki görevinden bir şekilde ayrılacak. Görevde iken, çıktığı kürsüden ağzından tükürükler saçarak saçma sapan yorumlar yapan, iftiralar atan, yalanlar söyleyen, hakaretler eden herhangi bir siyasi kişilik, oradan inecek, halkın arasına karışacak. Acaba söylediği yalanlarla, attığı iftiralarla, tutunduğu bu ahlaksızca tavırla halkın yüzüne nasıl bakacak, dahası çoluk çocuğu varsa onların yanına nasıl gidecek bunu hiç düşünmüyor tabi. Yazık.
AİLEDE EDEB: Zaman zaman TÜİK raporlarını okurum. Türkiye İstatistik Kurumu son raporlarında hatırladığım kadarıyla ülkemizdeki boşanma oranlarını % 30’ların üstünde olarak ilan etmişti.
Yani yüz aileden otuz aile ve daha fazlası boşanmak üzere mahkemeye başvuruyor ve yegane sebepte şiddetli geçimsizlik, saygısızlık, aile kurumunu zedeleyici tavır ve davranış, evlilik müessesesinin onurunu zedeleyici edepsizce tavır davranışlar gibi sıralanıyor.
Büyük masraflar ederek düğünler yapıp evlenen çiftlerin birazcık geçmişine gidince düğünden önce de bazı sıkıntıların yaşandığını görüveriyoruz. Komşularda şahit oluyor bu duruma. Boşanma gerçekleştiği zaman “Biz demiştik aga bunlar olmaz diye” yorumları başlıyor o vakit.
Problemin temeline indiğiniz zaman eşlerin birbirlerine karşı edep dışı davranışları, hitapları, birbirlerini aşağılamaları, konuşmalar esnasında birbirlerine karşı hitap şekillerindeki edepsizlikler, güvenin sarsılmasındaki en büyük problemlerden birini oluşturmakta olduğunu görüyoruz.
Eşlerin birbirlerine olan sadakat ve güvenlerinin temelinde kalplerindeki edebin şekli, şemaili, durumu vardır. Evlilik müessesesi vakarı korunması gereken bir müessesedir. Siz bu kuruma ticari bir şirket hüviyeti kazandırır, daha evliliğin başında iken tutulmayacak sözler verir, henüz bir araya gelip aynı çatı altına dahi girmeden duruşunuza, muhatabınıza karşı tavrınıza, vakarınıza dikkat etmezseniz, buz üzerine bir bina inşa etmiş olursunuz. Dolayısı ile temeli buz olan binanın güneş karşısında eriyen kar gibi çatırdaması, erimesi, yıkılıp yok olması işten bile değildir.
Hemen hatırlatalım ki edep ruhun inkişafıdır. Bugünkü deyimi ile ruhun gelişmesidir. Ruhsal gelişimdir yani. Burada aklımıza İmam Şarani Rahmetullahi Aleyh’in çok güzel bir tespiti gelmektedir. “Çocukların ruhi inkişafı (Yani ruhsal gelişimi) eşlerin nişanlılığı döneminde başlar” diyor.
Tabi bu nişanlılık bizim bugünkü nişanlılık anlayışından ve icrasından çok daha farklı bir anlam içeriyor. Bugünkü nişanlılığın günümüz diliyle tarifi tamamen “flört” anlamı taşımakta. Bu kelimenin muhteviyatı bir kısım toplumlar tarafından ifa ve icra edilerek ortaya konulmaktadır.
Müslüman gençlerin anlayışında, islamın toplum ahlakını teşkil eden kuralları ve görünmeyen, kaideleri arasında, Türk aile yapısının asırlara müteallik temel yapı taşları arasında, batı menşeyli, batının dayatması ile içimize girip maalesef yerleşmiş olan Flört ve türevi kelimelerin yeri, uygulaması, icrası, anlamı, tanımı, tarifi ya da ifası yoktur. Olamaz.
Ama efendim çocuklar birbirlerini tanımasın mı?
Çocuklar birbirlerini tabi ki tanısınlar ama bizim bir inancımız, temeli İslam ahlakı, imani kaideler ve yaptırımlar olan örflerimiz ve adetlerimiz var. Bu muvacehede edep dairesinde elbette birbirlerini tanısınlar. Ama birbirlerini tanıyacaklar diye de sınırsız ve temelinde imani kaygı olmayan bir özgürlüğü de yaşamasınlar.
Yazımızın birinci bölümünü bitirirken şu sözü bir yerlere not etmenizi isteyeceğim. Çünkü gerçekten bugünkü halimizi çok güzel anlatıyor.
“Adem ulvi alemdendir. (Yani yaratılışı yüksektir) Onu süfli ve alçak sanma. Bu kainatın kubbesinin ve ademin kemalatının dönüşündeki, seyrindeki nizam ve revnak edeptir.”(Şemsi Tebrizi hazretleri)
İkinci bölümde buluşmak üzere efendim.
Hoşca bakın zatınıza.
Yusuf DURU