×

Kurumsal

Künye Kullanım Sözleşmesi Gizlilik Politikası Özel Üyelik

Haber Kategorileri

Gündem Ekonomi Sağlık Spor Türk Dünyası Kültür Sanat

Medya

Foto Galeri Web TV Canlı TV

Makaleler

Yazarlar Makaleler

Servisler

Seri İlanlar Firma Rehberi Biyografiler Nöbetçi Eczaneler Namaz Vakitleri E-gazete Faydalı linkler Puan Durumu Fikstür Anketler

Destek

Üye Ol Giriş İletişim

Yusuf DURU

ALEM OLAN ADEMİN EDEP ANLAYIŞI 10. KISIM

SON SÖZ

Sevgili okurlar. Yaklaşık on haftadır sizlerle her pazartesi buluşmaya ahdü Peyman ettiğimiz “Alem Olan Ademin Edep Anlayışı” genel başlığıyla yaratılış gayemize mebni bize bahşedilen edebin hayatımızdaki yerini anlatmaya çalıştık. Dilimiz döndüğünce, gücümüz yettiğince. Bugün son bölümümüzü yazmaya çalışacağız.

Günümüz insanının en büyük problemlerinden biri de mensub olduğu kimliği sorgulama ve şahsiyeti ile ilgili kavram kargaşasına düşmedir. Elbette bunun çok çeşitli sebepleri var. İçinde yaşadığı toplumun değer yargılarını layıkı ile öğrenememe, ebeveyninden geçmişte yaşanan olayları öğrenmeme, okuyup araştırma yapmaktan imtina etme, eğitim hayatı boyunca üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememe gibi bir çok başlık sıralayabiliriz.

Sevgili okurlar Hazreti  Adem aleyhisselamın yaratılışından bu yana insanlığa hediye edilmiş çok değerli ve insan hayatını tanzim eden ahlak manzumeleri mevcuttur. Bugün “Toplumsal Değerler” başlığı ve “Değerler Eğitimi” alt başlığı ile öğretilmeye çalışılan bu manzum ahlak kuralları, insanlığın yeryüzüne indirilişi ve toplu olarak yaşamaya başlayışı ile varlıklarını ortaya koymuş, anlaşılmaya, uygulanmaya başlamışlardır.

Doğudan ya da batıdan bazı müsteşrik bilim insanlarının kasıtlı olaras söylediği ve iddia ettiği gibi insan, mağara adamından bugünkü modern insana evrilmiş değildir. Bu modern olduğunu söyleyen bilimin kandırmacasıdır. Bunu neden söylüyorlar, niye böyle bir tezle insanoğlunu geçmişiyle düşman etmeye çalışıyorlar bu başlıklar ayrı bir makale konusu olduğu için sonraya bırakıyoruz. Ancak şu mesele göz ardı edilemez ve doğruluğu tartışalamaz bir gerçektir ki, insanın maymundan evrildiği, mağara adamından bugünkü modern insana kadar büyük ve hızlı bir gelişme içinde olduğu tezi yaratılış ve kemalat temeline tamamen ters düşen açıklamalardır. Bu hususu açıklayan imam Gazali Rahmetullahi Aleyhin Varlıkların Yaratılış Hikmetleri isimli eserini okumanızı tavsiye ederim.

Mamafih Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim Bakara Suresi 31. Ayet ve devamında şöyle buyuruyor.

Allah Adem’e isimlerin tamamını öğretti, sonra da onları meleklere gösterip: “Haydi, doğru söylüyorsanız bunların isimlerini bana haber verin” buyurdu.

Melekler “Seni teşbih ve her türlü noksanlıktan tenzih ederiz. Senin öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. Elbette her şeyi hakkıyla bilen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olan ancak sensin.

Allah “Ey Adem, bunların isimlerini onlara söyle” dedi. Adem isimleri onlara bildirince, Hak Teala: “size, “Göklerin ve yerin gaybını ben bilirim, ayrıca sizin açıkladığınızı da, gizlediğinizi de bilirim” dememiş miydim?” buyurdu

Bu ayetlerde de görüldüğü üzere tüm kutsal dinlerde yeryüzündeki ilk insan olarak kabul edilen Hazreti Adem, yeryüzüne geldiği zaman donanımlı ve bilgili olarak gelmiş, konuşmasını, üretmesini, kendi hayatını idame ettirmesini bilen, bildiğini uygulayan, hayata geçiren bir insan olarak yaşamın insan boyutunu başlatmıştır.

Bazı batılı ve doğulu bilim adamlarının söylediği gibi insan evrimleşerek bugünkü bilgi ve birikim seviyesine ulaşmamış, hiçbir şeyi yoktan bulup icat etmemiş, genetik olarak Hazreti Adem aleyhisselam ile yüklenen bilgilerin hatırlanarak hayata geçirilmesinden ibaret olan süreç dahilinde gelişmiş, yeni şeyleri hatırlamış, hatırlatmış ve hatırlayıp hatırlattığı her yeni şeyle biraz daha kibre, büyüklüğe ve kendini tüm evrenden daha güçlü hissetmeye doğru yanlış adımlarla yürümeye başlamıştır. Bu, hakikatte yaratıcı olan ve tek hüküm sahibi olan aynı zamanda din gününün sahibi, hesap sorucu ve kullarının yaptığı her şeyi ilmiyle bilen, işiten, gören Rabbimize karşı takınılacak en edepsiz ve aykırı bir tavırdır.

İşte bu tavra düşmemesi, bu kibre kapılmaması ve bu büyüklüğe aldanarak asli vazifesini unutmaması için bazı değerler insanlara yine Rabbimiz tarafından öğretilmek suretiyle ikram edilmiştir.

Tüm değer yargılarının, bugün “değerler eğitimi” başlığı altında incelediğimiz tüm ahlak manzumesi başlıkların ve muhteviyatının toplandığı dört ana başlığı anlatacağız bugün sizlere.

Bütün doğu ve batı ahlakçı, feylesof ve eğitimcilerinin ortaklaşa kabul ve tespit ettiği dört ana başlık şunlardır.

Hikmet, Şecaat, İffet ve Adalet

Hikmet, akılla desteklenir,

Şecaat, öfke ile kararır

İffet, itaat ve teslimiyetle güçlenir, arzu ve nefsli kararır.

Adalet, Hak ve Hakikat ile ayakta durur.

Bu erdemlerin zıddı ise şu şekilde sıralanır.

Hikmetin zıddı Cehalettir.

Şecaatin zıddı Korkaklıktır

İffetin zıddı Hayasızlıktır

Adaletin zıddı ise Zulümdür.

İnsanlık tüm tarihi boyunca bu dört ana manzumenin etrafında toplumsal yapı taşlarını şekillendirmişler, insanlığın sağlıklı bir şekilde yaşayabilmesi için bu dört ana başlık etrafında diğer yardımcı erdemleri, manzumeleri toplamışlardır. Şimdi bu başlıkları tek tek inceleyelim isterseniz

ADALET : Önce adaletten başlayalım dedik. Adaletin en kısa ve öz olarak tanımı “tam olarak hakkı hakkedene yerinde ve zamanında teslim etmektir” diyebiliriz. Çünkü geç kalan adalet zulümdür. Bu sebeple Allah azze ve celle kullarına, onlarla ilgili hiçbir konuyu ihmal etmeyeceğini ancak imhal edeceğini yani mühlet vereceğini duyuruyor, bildiriyor.

İnsanlık adaleti ortak değer olarak kabul etmiş ve benimsemiştir. Bunun etrafında adalete bağlı olan diğer alt başlıkları yine adalet terazesinin her iki kefesinde de tartarak, ağırlıklarınca kabul görülmesini sağlamışlardır.

Adaleti incelediğimiz zaman karşımıza şu tanım çıkacaktır. “Hak kavramının tesisi, hakikat çerçevesinde imarı ve bunlardan yola çıkarak zulmü, haksızlığı defetmek, adil bir anlayışla hüküm verip öfke, kin, nefret, kıtal, irtikap, zulüm, cinayet, ve bunun gibi tüm negatif duyguların hem kişilerden, hem de toplumdan uzak olmasını sağlamaktır.”

Sevgili okurlar. Son yüzyılda eşitlik kavramı bir çok sivil toplum örgütü tarafından adaletin yerine kullanılmaya ve öne çıkarılmaya başlamıştır. Adalet ve eşitlik kavramlarını ayrı ayrı incelediğimiz zaman birbiriyle asla bağlantısı olmayan iki ayrı kavram olduklarını anlarız. Nitekim. Kelamcı olan Prof. Dr. Ramazan Altıntaş hoca bakın bu konuya nasıl açıklık getiriyor. “Bilindiği gibi adalet, mutlak eşitlik değil, verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi ifade eder. Buna dağıtıcı adalet de demek mümkündür. Bir işin değeri, emek sarfiyatının çokluğu ile orantılı değildir. Dolayısıyla gereğince, ihtiyaçları, yetenekleri ve imkanları bakımından eşit durumda olmayanlara eşit davranılmamalıdır. Çünkü farklı durumlardaki kişilere eşit davranmak, eşitliğin çiğnenmesine zemin hazırlamaktır.

Tüm insanlık tarafından kabul edilen adalet, vazgeçilmez bir değer olduğu için insanlığın ortak kabul gören ahlak manzumesi olarak anlaşılır. Öylede olmalıdır zaten. Adalet kavramı, toplum mimarları tarafından yaşadıkları toplumun içine tam olarak yerleştirilmeden, gönüllerde karşılığını bulmadan insanların birbirlerine karşı tavırları, davranışları, tutumları, bakışları, düzelmeyecek, sağlam bir zemine oturmayacaktır. Yaşadığı hayatın her anında hem kendisine, hem yakın ya da uzak çevresine adil olan insanın itibarı ve edebi elbette diğer insanlardan çok daha farklı, yüksek bir mevkide olacaktır. Unutmayın insanların güvenini kazanmak, adil olmaktan geçer.

Yaşadığımız hayatta adaleti esas olmayan tüm tavır ve davranışlar hem kişileri, hem de kişilerin oluşturduğu toplumları zayıf düşürür, itibarsızlaştırır. Evrensel bir değer olmasının en önemli sebebi tüm insanlığın ihtiyaç duyduğu bir erdem olmasından kaynaklanmaktadır. Adaletin olmadığı yerde edep yer bulamaz kendisine. Dolayısıyla adil olmayan insanların oluşturduğu toplumlar değer yargılarının tamamını alt üst etmeye aday insan toplulukları olarak telakki edilir.

HİKMET : Hikmet kelimesi arapça kökenli bir kelimedir. “Hükm” kökünden türeyen bu kelime içinde barındırdığı mana itibari ile yine tüm insanlığın ortak bir değeri olarak kabul görmüş önemli bir manzum ahlaki temel kaidedir.

Güzel ilim, salih amel, hayırlı iş, hayır işleme, kötülüklerden alıkoyma, engelleme, konuşmada, sözde ve fiilde edepli olma, gereksiz konuşmama, konuşmada ve sözde isabeti yakalama gibi tarifleri vardır.

Bazı alimler, hikmeti ilim ve amel olarak tarif etmişlerdir. Aslında fesadın girmesine izin verilmeyen her hüküm hikmettir. Doğruluk, vefa ve ihlas şartına bağlı, Allah için olan her taat bir hikmettir. Ayrıca Allah azze ve cellenin görünen görünmeyen, bilinen bilinmeyen bütün fiilleri, icraatları, halkedişi, yaratışı, hayat hakkı tanıyışı ve tüm nimetleri birer hikmettir. İnsan bunların hepsini bünyesinde toplayan bir varlık olması hasebiyle işte bu yüzden eşrefi mahluk payesiyle yaratılmış ve hikmete mebni kılınmıştır. Bunun karşısında kemerbeste-i edeple titremesi ve bunları tefekkür ederek imanını yüceltmesi de kendisine yeter nimettir.

İFFET : İnsan olmanın getirdiği sorumluluklardan birisi, üstün olduğu tüm canlılardan edep ve ahlak bakımından da üstün olmasının kendisine yüklediği mes’uliyettir. Dolayısıyla iffet, insanı insan yapan ve diğer canlılardan ayıran en değerli erdemlerden biridir.

İffet kelimesi günlük kullanımda ırz, namuz, haya, edep, onur, vakar, şeref gibi yan kelimelerle desteklenen, birlikte anılan ve anlaşılan bir içeriğe sahiptir.

Bütün insanlar için geçerli olmak üzere yapılan bir tarif vardır. İyi insan olmanın tarifidir bu. İyilikten kasıt tüm insanların kendisinden emin olduğu ve kendisini tüm özellikleriyle bildiği insan manasında kullanılmıştır. Hakiki manada iyi bir insan olabilmek için kalbine, diline, eline ve beline sahip olarak, bunlardan gelebilecek olan belalardan uzak durmak, bunların sana getireceği hayırlara ve güzelliklere ise her daim açık olarak yaşamak düsturudur.

İnsanın içinde var olan tüm kötü huyları bastırması ve onlara karşı tahakküm kurması yine kendisine bahşedilen ve insani duygularla tezyin edilmiş olan sabır, şükür, zikir, anlayış, idrak, tevekkül, tefekkür, teşekkür gibi burada sayamayacağız daha bir çok güzel hasletle,  hakikatin peşinde hakkı arayış gibi fiili çaba ile mümkün olacağı bilenler tarafından tarif edilmiştir. Burada insanın yapacağı en güzel amel, belli bir denge içinde yaşamını tezyin ederek, boşuna yaratılmadığının farkına varıp, kendisine bahşedilen islam ve iman vakarı ile tutarlı bir şekilde edep dairesinde hayatını tanzim etmeye gayret göstermesidir.

Bu durumu küçük bir misalle pekiştirelim. İffet kelimesi ile birlikte anılan ve tarifi yapılan Şehvet kelimesini ele aldığımızda karşımıza çok garip bir durum çıkar. Çünkü şehvet kelimesini duyduğumuz andan itibaren bu kelimenin cinsellikle doğrudan bağlantısını kurar ve bu zeminde algılar, düşünürüz. Oysa sadece cinsellikle bağlantısı olmayan bir kelime olduğunu şu hususları değerlendirdiğimiz zaman daha iyi anlarız.

Günümüzde insanoğlu kendi elleriyle inşa ettiği inançsızlık batağı ve vahye alternatif olarak ortaya koymaya çalıştığı tüm ideolojik fikir akımları, izmlerin de farklı şehvet pencereleri açtığını görüyoruz.  Son yüzyılda insanlığı saran tüketim çılgınlığı, kendi içinde hafsalamızın alamayacağı kadar büyük bir kaosun ve karmaşanın toplum hayatında yer edinerek insanı ele geçirmesine için vermiştir. Eşrefi mahluk olarak yaratılmış insanı böylece yanlızlığa iterek, sorumsuz, medyatik çılgınlığa kurban gitmiş, tüketim azgını, bireyler haline getirmiştir. Tüm bunların insanda ortaya çıkardığı ve körüklediği açlık duygusunu anlatan en güzel kelime yine şehvet kelimesidir.

İffet ve Haya için Haris el Muhasibi şöyle söylüyor “Hayanın kıymetini arttırıp kuvvetlendiren şey, senin her türlü hal ve hareketinde Allah’ın(azze ve celle) gördüğünü ve O’nun gözetimi altında olduğunu, senin hiçbir hareket ve sukünetinin ona gizli kalmayacağını bilmendir.”

İşte iffetli insanın aklından çıkaramayacağı en önemli hal bu haldir. Bu yüzden de edep üzere yaşamayı şiar edinmiştir kendisine.

ŞECAAT : Bu erdemi ve kavramı açıklamadan önce bir sözü hatırlatalım. Büyükler derler ki “Öfke gelir göz kararır, öfke gider yüz kızarır” Bu açıklama burada dursun. Yeniden döneceğiz. Şimdi şecaat erdemini biraz açalım.

Yiğitlik, kahramanlık, ahlaklı bir hayatı gerektiği gibi yaşamak, mertlik, cesaret, diğer gamlık, şükür ve hamdde samimiyet gibi ana başlıklarla bu erdemi açıklayabiliriz.

İfrat ve tefritten uzak, açgözlülüğe asla yaklaşmayan, gözü dönmüşlüğü asla kabul etmeyen ve bünyesinde barındırmayan şecaat; erdemli bir insanın dayandığı en temel edep noktasıdır.

İşte şecaatli insan, öfkesini galebe çalan, öfkeden gözü dönmüş bir vaziyete gelmeden önce öfkesi ile yüzleşip onu sükunete tevdi eden ve nefsini kontrol altında tutabilen yiğit insandır.

İnsan havf ve reca yani korku ve ümit arasında sürekli Rabbi ile beraberdir. İşte burada şecaat sahibi insan kendisini belli eder. Çünkü;

Şecaatli insan, cömertlik, kerem sahibi olmak, iyilik sahibi olmak gibi erdemleri bünyesinde topladığı için Allahın varlığını her an şah damarından daha yakın hisseden insandır. Şecaatli insan, Allah azze ve cellenin varlığı, cömertliği, rahmeti, merhameti hakkında bir an bile tereddüte, şüpheye mahal vermeden imanını her daim kuvvetli tutan insandır.

Bütün bunlardan hareketle her daim kendisini gözeten ve şecaat üzere hal ve tavır takınan kul tüm bu sorumluluğun altında yine kemali edeple yaratılış gayesine uygun yaşamaya azmedecek, gayret gösterecektir.

İnsanı değerli kılan tüm hayatındaki denge ve isabetli kararlarıdır. Her söz ve hareketimizde hakikat ölçüsünde Hak yolunu yani orta yolu tutmak en güzel tavır olsa gerektir. Unutmayın suyun mutedil olanı nimet, ama çoğu afettir. İnsanda öfke duygusu Hak Subhanehu’nun bahşettiği en önemli hasletlerden biridir. Ancak bunun yanında bir de kontrol mekanizması bahşedilmiş, akıl ve natıka hasseleri verilmiştir. İnsan aklıyla ve muhakeme, mukayese kaabiliyeti ile aşırı öfkenin kendisine vereceği zararı görüp anlayabilir ve öfkesini teskin edip kontrol altına alabilir. Bu da alem olan ademin edep anlayışının en önemli ve bariz göstergelerinden biridir.

Şecaat erdemi insan tarafından doğru kullanılır ve kanalize edilirse çok önemli bir hazine olduğu görülür. Yüreğimizdeki iyi duygular, kişiliğimizdeki halis erdemler ve ahlak temelli tavırlar kişiliğimizin sağlam bir temel üzerinde inşa edilmesine zemin hazırlar. Karakterimize büyük bir güç katar.

SON SÖZ  

Sevgili okurlar. “Alem Olan Ademin Edep Anlayışı” bu bölümle bitiyor. Sürçi lisan etti isek affola diyoruz ve son söz olarak şunu da hatırlatmak istiyoruz müsaadenizle.

Yaratılmış tüm canlıların en seçkini olan ve kendisine eşrefi mahlukat yani yaratılmış tüm canlıların en şereflisi ünvanı verilen insan tarzıyla, tavrıyla, ahlakıyla, yaşantısıyla dahası imanıyla bu ünvanı zirveye taşıyarak en üst seviyede yaşar, hisseder.

Aksi halde Kur’an-ı Kerim’in ifadesi ile “Hayvandan Aşağı”(Belhum Adal) bir derekeye inerek kendisini rezil ve rüsvay eder. Bu tamamen imanla ve imanın insana kazandırdığı edeple alakalı bir durumdur.

Rabbimiz teala ve tekaddes, imanımızı, ahlakımızı, onurumuzu ve tüm bunlara bağlı olarak edebimizi kavi (kuvvetli) kılsın. Her işimizde ve amelimizde O’nun rızasını gözeten, bu yüzden de O’nu kendini yakin, kendini O’na bağlı hisseden kullarından eylesin. Rabbim teala bizi huzuruna ak bir yüz açık bir alınla alsın. (amin ya Muin)

Efendim, ömrünüz var olsun, Aşkınız Yar olsun.

 

YORUM YAPIN