×

Kurumsal

Künye Kullanım Sözleşmesi Gizlilik Politikası Özel Üyelik

Haber Kategorileri

Gündem Ekonomi Sağlık Spor Türk Dünyası Kültür Sanat

Medya

Foto Galeri Web TV Canlı TV

Makaleler

Yazarlar Makaleler

Servisler

Seri İlanlar Firma Rehberi Biyografiler Nöbetçi Eczaneler Namaz Vakitleri E-gazete Faydalı linkler Puan Durumu Fikstür Anketler

Destek

Üye Ol Giriş İletişim

Yusuf DURU

AH!...

                                                                       

Bu ifadeyi her yerde kullanırız.

İçimiz acır “ah” çekeriz.

Hasretin ifadesi olarak ahımız ayyuka çıkar.

Öfkemizi ortaya dökmemiz için de ahı kullanırız.

Sevincimiz, bir konuyu, bir olayı onaylamamız, ya da “a”yı uzatarak söylememizle kabul etmediğimizi ifade etmemiz bile aynı ünlemle gerçekleşir.

Bir de alınan “ah”lar vardır ki onlar en berbadı, en kötüsü.

Murat Hüdavendigar'ın Yakup Çelebi isminde civan mert, cesur, atak, çok güzel at binen, savaş oyunlarında mahir, şiire, edebiyata ve sanata meraklı bir şehzadesi vardır. Tarihler çok bahsetmezler bu şehzadeden. Aynı zamanda zarif ve nüktedan bir genç imiş.

Babasının savaş meydanında yaralı bir Sırp askeri tarafından hançerlenerek şehit edilmesi ile talihi de birden bire değişivermiş tabi.

Tam o esnada Yakup Çelebi emrindeki askerlerle savaş meydanından kaçmakta olan Sırpları kovalamakla meşgul imiş. Bir ulak gelir ve sultanın acilen kendisini görmek istediğini, ne işi varsa bırakıp otağa gelmesini, savaş meşveretinin kurulduğunu söyler.

Yakup Çelebi güvendiği adamlarından birkaç tanesini kaçan düşmanı yakalayıp itlaf etmekle görevlendirir, sonra da atıyla yorgun argın otağa doğru yola çıkar.

Babasının şehit edildiğini bilmediği için otağda babası ile karşılaşacağını, onun huzuruna çıkacağını sanır. Ancak kapıdan içeriye girer girmez tahta oturtulmuş olan kardeşi Beyazıd’ı görünce her şeyi anlar.

Tabi dilsiz altı tane cellat, ellerinde yağlı urganlarla atılırlar Şehzade Yakub’un üzerine. Mücadele eder, ikisini tokatlarıyla, birini kolunun yeninde sürekli sakladığı ve hiç yanından ayırmadığı hançeri ile halleder. Vurduğu tekme ile birinin de hayalarını parçalar ve oracığa yıkar ancak çok yorgun ve bitap düştüğü için daha fazla mücadele edemez.

Urgan boynunu sıkmakta, dilsiz cellatlar kollarını tutmaktadır. Beyazıd kardeşinin cesur mücadelesini saklandığı yerden acı içinde seyreder.

Şehzade Yakup çelebi son nefesini vermeden herkesin duyacağı şekilde seslenir.

“Ey Beyazıd, dilerim Bari Hüda’dan sende benim gibi yorgun ölesin”

Bu hadiseden sonra şehzade Beyazıd rakipsiz olarak tahta oturur. Ancak kardeşinin ahını ölünceye kadar da unutamaz. Yalnız kaldığı her an, Yakub Çelebi’nin duası, daha doğru ifade ile “ah”ı kulaklarından gitmez.

Yıllar sonra Moğol hükümdarı Aksak Timur ile yaptığı savaşta esir edilmiş, zafer nişanesi olarak kapatıldığı demir kafeste diyar diyar gezdirilerek teşhir edilmiştir. Bu geziler kendisini ziyadesi ile yormuş ve bitap düşürmüş, bir bakıma Şehzade Yakub’un ahı Yıldırımı tutmuş, yakasını bırakmamıştır. Nihayet yorgunluktan ve bitap düşmekten perişan bir vaziyette daha fazla onuru ile oynanmasına müsaade etmemiş tıpkı kardeşinin ettiği ah ’ta olduğu gibi kendi canına kıymıştır.

Sevgili dostlar bütün dünya edebiyatında ah alma, beddua alma ile ilgili yazılar yazılmış, mersiyeler dizilmiş, bilgiler verilmiştir. Kutsal kaynaklı bütün dinler öğretilerinde insanın yaptığı iyiliğin ve kötülüğün cezasız kalmayacağını sürekli yazmışlar, ifade etmişlerdir.

Afrika’da misyoner faaliyetlerinde bulunanların notlarından ve yazdıkları kitaplardan öğrendiğimiz kadarıyla ilkel kavimlerin inanışlarında bile bu tür bilgilerle karşılaşıldığını yazmaktadırlar.

Ağırlıklı olarak Hint ve Japon kültüründe mevcut olan tenasüh yani reenkarne olanların şayet kötü bir hayat yaşamışlarsa yine kötü bir ruhla dünyaya döneceklerini ama bu dönüşün uzun sürede olacağı, bu bekleme süresinin ise azap ve ızdırap içinde geçeceği bilgisini görüyoruz.

Anadolu’da ise bu durum çok daha hassas ve detaylı incelenir. Ah almak, aha gelmek, mazlumun bedduasına düçar olmak Anadolu insanını korkutur, tedirgin eder.

O yüzden de bazı hatırlatıcı güzel sözlerle bu konuya dikkat çekmişlerdir.

“Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste”

“Mazlum ahı keskin kılıçtır, gök kapılarını açar”

“Ah yerinde kalmaz”

“Yetimin ahı, gözyaşları gök yüzünde musibet kapılarını açan anahtardır”

 ve ilahi ikaz.

“Başkalarına layık gördüklerine karşılık, insanoğlu ceza ve mükafatlarını kendi elleriyle hazırlarlar.”

Tüm bunlardan hareketle yuf borumuzu elimize alıyor ve diyoruz ki,

Vatana ihanet edene,

Millete sırtını dönene,

Mazlumun ahını alana,

Emek hırsızlığı yapana,

İrtikapla, adam kayırmayla, torpille birilerinin haklarını  gasp edenlere,

Kendi şahsi menfaatlerini, millet ve ülke menfaatinden önde tutup keselerini, kasalarını dolduranlara YUF olsun.

Borumuzu bir kere daha üflüyoruz ve diyoruz ki,

Her seferinde ateşkes ilan ettiğini söylemesine rağmen bildiği ve icra ettiği vahşetten vazgeçmeyen katil israile,

Onun ardında duran, yaptığı zulmü, vahşeti ve insanlık dışı tüm katliamları haklı gören alçak, belhüm adal ve kubur faresi zihniyetli tüm batının medeniyetsizliğine,

Mescidi Aksa’da, Gazze’de yani Filistin’in her yerinde zulme maruz kalan kardeşlerimi görmek istemeyen, görmeyen, kulaklarını ve gözlerini tıkayan, böylece yapılan zulme ortak olan şuursuzlarına,

Sosyal medyanın pijamalı, pejmürde, lafazan, sadece izleyici ve takipçi kasan Donkişot kılıklı şövalyelerine

Yüz kere, bin kere, yüz bin kere YUF olsun. 


YORUM YAPIN