×

Kurumsal

Künye Kullanım Sözleşmesi Gizlilik Politikası Özel Üyelik

Haber Kategorileri

Gündem Ekonomi Sağlık Spor Türk Dünyası Kültür Sanat

Medya

Foto Galeri Web TV Canlı TV

Makaleler

Yazarlar Makaleler

Servisler

Seri İlanlar Firma Rehberi Biyografiler Nöbetçi Eczaneler Namaz Vakitleri E-gazete Faydalı linkler Puan Durumu Fikstür Anketler

Destek

Üye Ol Giriş İletişim

MHP Lideri Bahçeli: Hedef Türk-İslam Coğrafyası

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, MHP grup toplantısında açıklamalarda bulundu.

Gündem Türkiye Türk Dünyası 18/01/2022 12:29 18/01/2022 12:29

A- A+

Kazakistan’ın tek merkezden kurgulanmış terörist saldırılar neticesinde çözülmesi, hitamında çöküş aşamasına kadar zayıflayarak güç blokları arasında sıkışıp taviz üstüne taviz vermesi hedeflenmiştir. Bu aslında bildik ve tanıdık kanlı bir şablondur. Sistematik olarak birçok ülkede uygulanmış, son kurban olarak da Kazakistan seçilmiştir.

5 Ocak 2022 tarihinde, Kazakistan Güvenlik Konseyi’ne bizzat başkanlık yapmaya başlayan Cumhurbaşkanı Tokayev, ülkesinde baş gösteren olayların uzun bir hazırlık aşamasından geçtiğini, ülke dışından gelen teröristlerin şiddet olaylarına dâhil olduğunu açıklamıştır. Bunun yanında, Afganistan menşeli radikal selefi grupların, güneyden Urallara kadar oluşturdukları koridorlardan ülkeye girdikleri, dehşet verici saldırı ve suikastların tarafı oldukları iddia edilmiştir.

Siyasi ve ideolojik temelli jeopolitik rekabet, yönetilebilir istikrarsızlıklar çıkarmak üzerine devamlı yeni arayışlar içinde olan, arkası kesilmeyen hamleler yapan Post-Modern sömürgecilik Orta Asya’nın Balkanlaştırılması konusunda bütün hassasiyet ve zafiyetleri bir fırsat olarak değerlendirmektedir. Kazakistan’da olayların önü alınmıştır, fakat Türkiye’de dahil olmak üzere, sivrilen, silkinen, serpilen, öne çıkan, dikkat çeken ülkeler için bu neviden tehditler her zaman muhtemeldir, bu nedenle hazırlıklı ve uyanık olmak tarihi bir mükellefiyettir. Soğuk Savaş sonrası uluslararası ilişkilere hakim olan tek kutuplu küresel siyaset dengesinin çok kutupluluk kulvarına geçiş yapması bundan sonraki mücadelelerin daha da sancılı geçeceğine işaret etmektedir. Demokrasiyi işgal emellerinin anahtarı olarak kullanıp Orta Asya’dan Ortadoğu’ya, Afrika’dan Balkanlara varıncaya kadar toplum veya milletlerin hayat ve varlık haklarına musallat olan emperyalist çevrelerin, bundan sonra da boş durmayacağı kesindir. Soğuk Savaş döneminin tarihi bir simetrisi yaşanmaktadır. Görünen ile gerçekte olan arasındaki farklar gittikçe büyümektedir. Emperyalizmin çevreleme politikası hızla derinleşirken hedefte Türk-İslam coğrafyaları bulunmaktadır. Çok önemli addettiğim bir hususu da dikkatlerinize sunmak isterim.

Kazakistan’daki istikrarsızlıklara karşı Türk Devletleri Teşkilatı sorumlu ve ahlaki bir duruşla tavrını göstermiştir. Ancak Türk Devletleri Teşkilatı’na üye ülkeler arasında bir askeri anlaşma olmadığından dolayı, ihtiyaç olan barış ve istikrar gücü tesis edilememiştir. Temennim, bundan sonra ilk iş olarak, Türk Devletleri Teşkilatı üye ülkeleri arasında askeri işbirliği ve ittifak şartlarının egemenlik hak ve çıkarlarına karşılıklı saygı temelinde bina edilmesidir. Ayrımız yoktur, gayrımız yoktur, ortak hasmımız ise çoktur. Su uyusa da düşman asla uyumayacak, asla durmayacaktır. Hiç kimseye muhtaç değiliz, hiç kimseye el avuç açacak halimiz de yoktur. Bizim nazarımızda Ankara neyse; Bakü, Nur-Sultan, Bişkek, Taşkent, Aşkabat, Lefkoşe odur, tarih, kültür ve maneviyat ölçeğinde aralarında hiçbir bir fark yoktur. İstanbul tarih ve medeniyet müktesebatımızın göz bebeği, Türk-İslam coğrafyalarının buluşma, kaynaşma, müşterek adresidir. Sınırlarımız ayrı olabilir, coğrafyalarımız ayrı olabilir, ülkelerimiz de ayrı olabilir; ama kaynağımız aynıdır, kaderimiz aynıdır, kavgamız aynıdır, kavlimiz aynıdır, milletimiz aynıdır, adı da Türk milletidir.

20 Ocak 1990’da, Bakü’de haysiyet ve hürriyetlerine sahip çıkmak amacıyla irade ve istikbal ahlakının bayraktarlığını yapan soydaşlarımıza saldıran dönemin Sovyet Birliği askerleri, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 143 kardeşimizi şehit etmişler, yüzlerce kardeşimizi de yaralamışlardı. İki gün sonra 32’inci yıl dönümünü anacağımız Kara Ocak veya Kara Cumartesi katliamında şehit olan ve ayrıca Karabağ’da şehit verdiğimiz kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyorum.

Irak’ta 10 Ekim 2021 tarihinde yapılan seçimlerin kesin sonuçları gecikmeyle ve tartışmalar neticesinde netlik kazanmıştır. Şu anda hükümet kurulmasıyla ilgili siyasi ve anayasal süreç işlemektedir. Irak halkının iradesiyle belirlenen parlamento ilk oturumunu 9 Ocak 2022 tarihinde geçekleştirmiş, seçimlerde en çok oyu almış siyasi ittifakın lideri başkan olarak seçilmiştir.

2003 yılından bu yana siyasi teamül haline gelen etnik ve mezhep temelli paylaşıma dayalı devlet düzeni maalesef gelgitlerle devam etmektedir. Irak’ın toplumsal birliği parçalı ve kırılgandır. Parlamento başkanının seçilmesini müteakip yeni cumhurbaşkanıyla birlikte, hükümeti kurmakla görevlendirilecek başbakan da belirlenmiş olacaktır. 10 Ekim seçimlerinde Irak parlamentosuna 7 Türkmen milletvekili seçilerek girmiştir. Bu sayı elbette makul ve yeterli görülemeyecektir.

Türkmenler, Kürtler ve Araplar gibi, Irak’ın üç kurucu unsurundan birisidir ve bu statü Irak parlamentosu tarafından alınan bir kararla tasdik ve tescil edilmiştir. Yani, Türkmensiz bir Irak yaralıdır, yarımdır, yetimdir. Hepsinden önemlisi Türksüz bir dünya mefluç bir dünyadır. Türkmenler asli kurucu unsur olmalarına rağmen, bununla mütenasip, bununla müzahir sosyal, siyasi, ekonomik ve diğer haklardan ileri düzeyde mahrumdur. Bu durum çelişkilidir, adaletsizdir, eşitsizliğin kör düğümüdür. Irak Türkmenleri siyasi cepheleşmelerden çok çekmiştir. Siyasi baskılardan, kin ve nefret taassubundan, terör ve şiddet eylemlerinden fazlasıyla etkilenmişlerdir.

Türkmenler kimlik ve kültür özelliklerinden içinde yaşadıkları coğrafyaya kadar dini, idari, siyasi ve ekonomik gerilimlerin ortasında, diyebiliriz ki, çatışma havzasının tam göbeğinde yer almışlardır. Irak’ın anlaşmazlıklarla ve ihtilaflarla pekişmiş demografik ve coğrafi alanlarında yaşayan Türkmenlerdir.

Bu ülkenin kuzeybatısındaki Musul vilayetiyle Telafer ilçesinden başlayarak Bağdat’a paralel biçimde genişleyip güneybatı hattındaki Mendeli’ye kadar uzanan, yani bizim Türkmeneli diye adlandırdığımız bölgede, Türkmenler varlık ve birlik mücadelelerini sürdürmektedir. Türkmen kardeşlerimizin yaşadığı yerler etnik ve mezhebi fay hatlarının geçiş güzergahıdır.
Nasıl bir garabetse, Irak coğrafyasında ihtilaflı bölgeler olarak lanse edilen yerleşim yerlerinin tamamında Türkmenler yaşamaktadır.

Kerkük’ün bütünü, Musul’un Başika, Akra, Sincar ilçeleri; Selahattin’in Tuzhurmatu ilçesi, Diyala’nın Hanekin ilçesiyle Mendeli bucağı ihtilaflı bölgeler olarak tayin ve tespit edilmiştir.
Son yarım asırlık süreçte, tarihi Türkmen kentleri olan Kerkük, Tuzhurmatu, Hanekin, Mendeli, Altınköprü ve Kifri’nin demografik yapısıyla alçakça, ahlaksızca, haince oynanmıştır.
Bunun adı bize göre Türk düşmanlığıdır. Failleri ve figüranları ise bellidir. Türkmenlerin ve Türkmen kentlerinin imhasına hizmet etmek insanlık suçudur, barbarlıktır, niyet ve hedef sahipleri ise bunun bedelini en ağır şekilde ödemeye mahkumdur.

Peşmergenin Kerkük başta olmak üzere, Türkmenlerin yurtlarına, yuvalarına, onurlarına ve bağımsızlıklarına kast etme hazırlıkları felakettir, buna cüret edenler karşılarında Türklüğün çelikten iradesini bulacaklardır. Kerkük Türk’tür, başka söze gerek yoktur. Türkmenler, Irak toplumunun saygın ve şerefli mensuplarıdır. Adil ve hakkaniyet esasına dayalı siyasi temsilleri en doğal haklarıdır.

Bu kapsamda Irak’ta kurulacak yeni hükümette Türkmenlerin birden fazla bakanlık göreviyle yer almaları tarihi ve siyasi bir mecburiyettir. Irak Türkmenleri yok sayılamaz, göz ardı edilemez, hak ve hukukları çiğnenemez. Bir yanda bunlar oluyor ve olması gerekiyorken, diğer yanda Türkmenler arasındaki yapay ayrımların hala varlığını koruması hazin ve hüsran verici bir aymazlıktır.

Mezhep kutuplaşmasının Türkmenler arasında tedavi edilmemiş bir hastalık olarak sürmesi kabul etmediğimiz bir yanlıştır. Bu yanlıştan dönmek tarihe, maneviyata ve millete ahde vefanın gereğidir. Türk’ün Şii’si olmaz, Türk’ün Sünni’si olmaz; Türk, Türk’tür; Türkmen, Türkmen’dir, başka bir tasnif ve tanıma asla ihtiyaç olamaz, olmamalıdır. Etrafımız bu kadar kuşatılmışken, tehlikeler bu kadar yakınlaşmışken, Türk düşmanlığı kıtaları dolaşırken, bir de mezhep çetelesi mi tutacağız? Birbirimize mezhep siperinden mi bakacağız? Böyle bakarsak bunu tarihe nasıl anlatırız? Bunu ecdada, bunu şehitlere, bunu millete nasıl izah ederiz? Mezhepçilik fitnedir, Türk milletine, mazlum toplumlara çekilmiş silahtır. Bu silaha sarılanlar bizdenmiş gibi görünse de, asla biz değildir, bizim gibi olamayacaklardır.

Türk’ü, Türkmen’i arayanlar mezhepte değil, kardeşlikle geçen muhteşem asırlarda, Türk kültür ve medeniyet hazinesinde, birlikte yaşanmış zafer ve hezimet günlerinde bulacaktır. Hamd olsun Müslüman Türk milletiyiz. Allah’ımız birdir, peygamberimiz birdir, dinimiz birdir, kıblemiz birdir, kitabımız birdir, imanımız birdir, başkaca bir sınıflandırmaya müsaademiz ve müsamahamız yoktur. Irak Türkmenleri düştükleri tuzaktan derhal kurtulmalıdır. Bölgesel ve küresel aktörlerin telkin ve kışkırtmalarına sonuna kadar kapalı durmalıdırlar. Mezhep bir seçimdir, Türklük ezeli bir kader hükmüdür.

Türklüğümüzü geri plana itmek, mezhebi farklılıkları diyalog ve ilişki ağlarımızın merkezine yerleştirmek ilkelliktir, aynı zamanda vebaldir. Biz Irak Türkmenlerinin hak ve hukukunu sonuna kadar savunmada kararlıyız. Ancak en az bizim kadar onlar da kendi varlık haklarını müdafaayla sorumludurlar. Objektif bir göz, duru bir vicdan eşliğinde diyorum ki, bir olursak hiçbir mütecaviz dayatma sonuç alamaz. Dağılırsak, ayrışırsak, ufalanırsak, marjinalleşirsek ayakta kalamayız, hayata tutunamayız, tarihin çöplüğüne savrulmaktan da kurtulamayız. Bunu bilelim, bunu görelim, bunu bir an olsun unutmayalım. Hiç kimse hatırından çıkarmasın ki, gün Türklük gurur ve şuurunda, İslam ahlak ve faziletinde hep birlikte buluşma günüdür. Ve o gün bugündür.

Geçtiğimiz hafta Salı günü, yükseköğrenimini Elazığ’da sürdüren Enes Kara isimli bir üniversite öğrencimizin yüksek bir binadan atlayarak intihar etmesi her yönüyle konuşulmuş, tartışılmış, hatta siyasi ve ideolojik önyargılarla istismar edilmiştir. Bahanesi ne olursa olsun, bir gencimizin girdiği ruhi bunalımdan çıkamayarak intihar etmesi bizleri derinden üzmüştür.
Niyazım, Rabbim’in merhamet ve rahmetiyle muamele etmesidir.

20 yaşındaki Enes, arkadaşlarıyla birlikte kaldığı bir dairenin bulunduğu apartmanın yedinci katından kendisini boşluğa bırakmış, daha öncesinden yayımladığı videoda da ailesinin zoruyla bir cemaat yurdunda kaldığını ifade etmişti. Bu elim intiharın ruh sağlığı kısmıyla ilgili detaylı görüş paylaşacak değiliz. Ne var ki, TBMM’ne geçen dönem sunduğumuz Ruh Sağlığı Kanun Teklifimizin de bir an önce görüşülüp kabulünü bekliyor, bunu ısrarla istiyoruz.

Kadınlarımızı, çocuklarımızı, masum insanlarımızı hedef alan şiddet, cinayet, taciz ve tecavüz furyasıyla sonuna kadar mücadelenin yanındayız. İstismarın her zeminde karşısındayız. Geleceğimizi riske atamayız, gençlerimizi sahipsiz bırakamayız, toplumsal barışımızı bozduramayız, suçsuz günahsız insanlarımızın israfına tahammül edemeyiz. Malum intihar vakası ne ilk ne de son olacaktır.

YORUM YAP

RÖPORTAJLAR TÜMÜ